Salı sabahı gündemimize düşen Berkin Elvan’ın ölüm haberi açıkçası bir çok şeyin konuşulmasını anlamsızlaştırdı. Hiçbir konu 15 yaşındaki bir canın aramızdan ayrılması kadar önemli olamaz.
Türkiye’nin de imza attığı BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesinde şöyle tarif ediliyor;
1. Taraf Devletler her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler.
2. Taraf Devletler çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler.
Kuşkusuz burada altı çizilmesi gereken şey, hayatta kalmayı tartışamayacağımıza göre, çocuğun gelişimidir.
Türkiye’nin en temel sorunu çocukların hayata hazırlanması, gelişimi; ruhen, fikren, zihinsel ve bedensel olarak tam bir birey haline getirilmesinde yaşanan ilgisizliktir.
Ülkemiz genç nüfusa sahip olmayla sürekli övünürken onların nasıl yetiştiriliyor olduğu çoğunlukla ortam, fiziki koşul ve şartlarının niteliği ve niceliğiyle belirlenmektedir.
Onları anlamak yerine hesap sormak; konuşmaktansa görevlerini tebliğ etmek, standartlarıyla ilgili beklentilerini sürekli ertelemek, ilgisiz başka yönlere doğru yönlendirmek sanki başka alternatif yokmuş gibi genel yöntemler olmuştur.
Bu 15 yaşındaki bir çocuğun polisin attığı biber gazı fişeği ile ölümünün normalleştirilmesini bile mümkün kılıyor.
Çok şükür ki son bir yıldır toplulumumuz kitlesel anlamda bu insan hayatının değersizleştirilmesi hususunda duyarlılığını ortaya koyma konusunda üzerine düşen hassasiyeti fazlasıyla yerine getirmiştir ki bu umut vericidir.
Toplumsal sorunlar bireyin buna gösterdiği duyarlılık, tavır, hassasiyet, reaksiyonla ortaya çıkarlar. Bu tavırdaki bireylerin çoğalması, bir araya gelmesi ve buna katılmasıyla sorun çoğalır, büyür.
Bir yerde toplumun güvenliğini, gelişimini, güvencesini, varoluşunu, devamlılığı, sağlığı, uzlaşmayı, hareket etmeyi, düşünmeyi engelleyen bir sorun yaşanıyorsa orada önlem alınması gereken bir durum vardır demektir.
Bunu sürece bırakmak, ilgilenmemek ya da daha derinleşmesini engellemek yerine yaranın büyümesi yönünde tepkisiz kalmak sorumluluktan kaçmak anlamına gelmektedir.
Sorundan kaçmanın bir mazereti olabilir; boyunuzu aşıyordur, kontrolden çıkmıştır, tek başınıza çözemeyeceğiniz kadar büyümüştür. Burada uzlaşıma dair çoğulcu bir paylaşımda bulunursunuz, bu bileşenlerin demokratik katkısı ile daha olumlu bir sürece doğru gelişimin öncüsü olur.
Mazeret olmayacak şeyse; bile bile, göz göre göre bunun sorumluluğundan kaçınmaktır ki bu bilinçli bir tercih olarak zaten sürecin boyutunun başka noktalarda olduğunu bize işaret eder.
Tehlikeli olan da budur.
10 Mart 2014 günü Trabzon’da olanlar eğer hiç kimseye bir uyarı olamıyorsa bir sonrakinde artık uyarı kendisini ortaya bileşenlerin bildiğini yapması olarak koyar ki bu artık çok geç kalınmış bir fiil durumdur.
Buradaki sorun nettir ve ortadadır; gerçeğin, doğrunun ne olduğunun ortada bırakılmış olması.
Adil yargılanma sadece sanık değil kendisini mağdur görenin de hakkıdır.
Yargılamayı doğru yapamadığınızda taraflar bunu asla kabullenemezler; bu birilerinin adaletinin yargıya diktesi olarak görülür.
Büyükler gelecek kuşaklara, nesillere örnek olacak doğru tavrı, davranış şeklini gösterebilmelidir.
Eğer ortada sürekli hata ve sorun üreten bir paradigma varsa bunun değiştirilmesi, düzeltilmesi konusunda üzerine düşeni yapmalıdır.
İşte o zaman;
Burak Yıldırımlar bir köşede bıçaklanmaz ve kendi halinde ölüme bırakılmaz;
Ali İsmail Korkmazlar birilerinin emri ile kapatılmış kameraların altında linç edilmez;
Berkin Elvanlar gibi polisin hedef gözeterek attığı gaz bombalarının kapsülü ile ölmezler!
Çocuklarımızın gelişiminde üzerimize düşeni yapmak için imzaladığımız uluslararası sözleşmelerin bize bir şeyler dayatması da gerekmiyor.
Samimi olmak, istemek yeterlidir.
http://twitter.com/uzaygokerman