Fenerbahçe Ekim ayının ortasında oynadığı Kayserispor maçından beri ilk defa bu kadar dağınık, savruk, uyumsuz bir takım görüntüsüyle sahadaydı.
Bunun en önemli sebebi kuşkusuz takımın bilindik kadrosunun kısmen de olsa bozulmuş olmasından kaynaklanıyordu; Nani’nin olmayışı Fenerbahçe’nin tüm hücum organizasyonlarını eksiltmişti.
Hep Diego ile Nani’nin aynı anda ve beraber oynamasının lüzumsuzluğundan söz ediyoruz ya buradan şu yanılgı çıkıyor olabilir; bu iki oyuncu birbirinin muadili veya alternatifidir.
Hayır!
Diego ile Nani aynı futbolu oynamıyorlar.
Nani kendiyle barışık bir oyuncu olduğundan sahada sadece sonuca gidecek bir anlayışla hareket ediyor.
Oysa Diego öyle değil; iki sezondur futbolculuğunu kanıtlayamamış olmanın verdiği büyük bir psikolojik baskısıyla sahada hem kendisiyle, hem taraftarla mücadele ediyor, bütün bunlar olup biterken sıra zaten rakip takıma gelemiyor bile.
Aynı şey Van Persie için geçerli mi?
Evet!
Ozan Tufan ve Volkan Şen?
Maalesef, evet!
İşte Fenerbahçe’nin takım oyununu bozan, en basit hareketleri bile yapmasını engelleyen önemli gerçek burada düğümleniyor.
Peki, bu normal mi?
Yeni bir takımsanız, üstelik birkaç senedir geri plana atılmış oyunculardan kurulmuşsanız, bu oyuncuların ister istemez kendilerini ispat etme gibi derdi varsa burada yapacak fazla bir şey kalmıyor.
Volkan Şen kaçıncı baharını yaşamaya çalışıyor? Beş senedir eski Volkan olmak için kıyasıya mücadele ediyor. Bursaspor’da geçen sezon kıpırdanışı yeni bir umuttu ama Fenerbahçe yepyeni bir başlangıç oldu. Üstelik çok önemli rakipleri de var, forma çok zor. Sakatlar, cezalılar olacak da ilk on birde yer bulacak. Kaçırdığı gol pozisyonu bütün psikolojisini alt üst etti ve o ruh haliyle kenara geldi. Bunun altından bu haliyle zor görünüyor.
Neredeyse takımın yarısı böyle olunca elbette Pereira’ya çok zor bir görev düşüyor.
İyi şeyler hiç mi yok?
Olmaz mı?
Örneğin Markoviç; son haftalarda Premier Ligden gelmiş olduğunu hatırlamış veya oraya tekrar dönmenin yolunun iyi ve mücadeleye dönük futbol oynamaktan geçtiğini anlamış olmalıdır.
Dün Fenerbahçe’yi birçok anlamda ayakta tutan futbolcuydu Markoviç; en önemlisi Sivasspor’un sert futbolu karşısında yılmayan, ayakta kalan mücadelesiyle özellikle ligin ikinci yarısında bu takımın bir parçası olacağını gösterdi.
Sertlik demişken Fırat Aydınus’u konuşmadan geçmek eksik kalacaktır.
Hani deveye sormuşlar da o da demiş ya “nerem doğru” diye işte bizim futbolumuz böyle bir durumda…
Avrupa’nın birçok ülkesinde hakemler maçı kısa süre izleyip, kimin futbol oynamak, kiminse futbol oynayanı bozmak istediğini süzerek kararlarını buna göre dengelerler; Türkiye’de bunun tam tersi bir durum söz konusudur.
Dünkü karşılaşmayı Avrupalı bir hakem yönetmiş olsaydı en azından bir kırmızı kart çıkmaz mıydı?
Fırat Aydınus’un faal olarak hakemliği bırakarak yorumculuğa geçmesini, maçlardaki pozisyon ve hakem hatalarını yorumlamasını sabırsızlıkla bekliyorum. Tüm eski hakemlerin söz birliği etmişçesine nasıl niyet okuduğunu görünce hakemlerin karar anında kafalarında nasıl hesap yaptıklarını çok daha iyi anlayabiliyoruz. Fırat Aydınus’u o günlerde çok daha iyi çözümleyeceğiz.
Fırat Aydınus’un kafasında bir Fenerbahçe sorunu olduğu da ayrı bir gerçekliktir. Bu saatten sonra aşabilir mi, hiç sanmıyorum.
Şener ne kadar iyi olursa olsun nasıl Gökhan Gönül o formayı öncelikli giymeyi hak ediyorsa, aynı şey sol kanatta Caner için geçerlidir.
Caner Fenerbahçe’nin bir hücum alternatifi, opsiyonudur ve sahada olması gerekir.
Kendisini ispat etmeye çalışan bu oyuncular topluluğu kuşkusuz topu çok seven ve onunla da vedalaşmayı bir türlü bilmeyen bir takıma dönüşüyor bu da tek pası, yardımlaşmayı zayıflatıyor.
Beşiktaş ile Fenerbahçe’yi birbirinden ayıran fark ortaya çıkıyor.
2-1’den sonra Sivasspor geride boşluk bırakacak şekilde yüklenirken Fenerbahçe’nin hızlı hücumlarla bunu değerlendirememesi ligin kaderini belirleyecek kadar önemlidir.
Öyle olunca da Van Persie boşa çıkıp sağ kolunu yukarı kaldırıp sürekli top isterken arkadaşları onu görmek yerine başı önde o topu sürmek ve rakiplerinin içinden geçmekle meşgul olacaklardır.
O Hollandalı ne kadar az topla buluşursa Fenerbahçe o kadar az gol atacaktır.
Van Persie’ye doğru pası atabilmek tüm Fenerbahçeli futbolcuların öncelikli görevidir.
Çünkü ne Diego, ne Mehmet Topal, ne Souza, ne Volkan Şen, Ozan, Persie kadar isabetli şut çekememekte, bitirici olamamaktadır.
Bu cümlenin içine Mehmet Topuz’u nasıl eklerim diye uzun uzun düşündüm de uygun şekli bulamadım ama dün akşam o bile Van Persie’ye pas vermek yerine sanki oralardan çok golü varmışçasına uzaktan şut çekmeyi tercih etti.
İnanması güç ama gerçek buydu!
Ya tutarsa?
Fenerbahçe’nin oyun yapısı şablonu oturdu. Savunmada çok fazla hata yapmıyor. Ancak buraya kadar özetlediğimiz unsurlar devreye girdiğinde zaman zaman dağınıklık yaşıyor. Yediği gol böyle bir anda yaşanmış bir uyumsuzluğun sonucuydu.
3 puanı getiren golü atan Kjaer her geçen gün Fenerbahçe'ye daha fazla ısınıyor ve rakiplerini ısırıyor. Attığı gol sırasında Sivasspor kalecisinin hem yumrukları hem de tekmelerine maruz kalarak dakikalarca yerden kalkmaması dün geceki Sivasspor futbolunun bir özetiydi.
Okan Buruk'un ve daha kötüsü Fırat Aydınus'un hiç göremediği...
Gelelim maç içinde ve sonrasında Okan Buruk’un gösterdiği tepki ve agresif tutuma…
Okan Buruk ne zaman TT Arena’da benzer bir tutum içine girebilir işte o zaman samimiyetten söz edebiliriz. Fair Play konuşabiliriz. Ancak teknik seviyesinde gerçekleşmeyen bu durumun diğer katmanlarda ve kademelerde düzelmesini beklemek biraz iyi niyet ve saflık olur.
Gerisi ne oluyor biliyor musunuz; haksız rekabet!
Zaten ligin kaderini de bu belirlemiyor mu?
http://twitter.com/uzaygokerman