Takım sporları bireysellere nazaran geniş kitleler tarafından bilinen ve oynanabilen oyunlardır. Bu nedenle izleyici/taraftar kendisini rahatlıkla sahadaki oyuncunun yerine koyabilir, onunla bütünleşebilir; yaptığı şeyi daha fazla eleştirir, beklentileri de yüksektir.
Futbol kuşkusuz bunların içinde en kolayı, anonim olanıdır.
Kitleler futbol sahasındaki oyuncu ile çok daha yakın ilişki kurarlar.
Kuşkusuz bir başka ilişki de eğitim seviyesiyle ilgilidir; dünya coğrafyasının görece eğitim seviyesinin daha düşük kesimleri futbola yakın ilgi duyarlar; 1998 Dünya Şampiyonu Fransa’nın neredeyse tüm kadrosu Fransa’nın gettolarında yaşayan 3. dünya dediğimiz yerlerden gelen ailelerin çocukları arasından çıkmıştır.
Brezilya, Arjantin’deki ilişki yıllardır bu şekilde devam etmektedir. Ülkenin en yoksul ailelerinin çocukları kenarda köşede futbola tutunup buradan bir umut beklentisi içindedirler.
Basketbol öyle değildir.
Geçen gün Yılmaz Özdil’in Bobby Dixon ile yazdığı çarpıcı yazıda bile bu net olarak ortaya çıkmaktadır. (*)
Dixon hayatını basketbol oynayarak devam ettirebilmesinin yolu Alabama’daki Troy Üniversitesi’nden aldığı bursa bağlıydı.
Basketbolu futboldan ayıran en temel fark onun kolej sporu olarak kendisini ifade etmesiydi.
Bugün ülkemizde de basketbol ile futbola bakış açısını belirleyen özellik de budur.
Aileler çocuklarının futbolcu olmasına tereddütlü yaklaşırlarken konu basketbol olduğunda başta anneler çocuklarının elinden tutup, sabah akşam, Cumartesi Pazar, tatil dinlemeden antrenman salonlarına koşmayı kendilerine gönüllü vazife bilirler.
Zaten sırf annelerin bu tutumu nedeniyle basketbol ülkemizin “ana” sporu olmuştur.
İşin buraya kadar hikayesini özetledik.
Şimdi…
Takım Oyunları kitlelerin kendilerinin hayat boyunca yapamadıkları bu spor ile en doğru ilişkiyi kurdukları spor branşlarıdır, dedik.
Taraftarlık kendi özelinde bir başka şeye de karşılık gelir; bunun için ayrıca kitap yazılır.
Taraftarın önce takımı ile sonra da o spor ile kurduğu ilişkinin yoğunluğu da o sporun heyecanı seviyesini belirler.
Taraftar öyle bir takım kurgusu hayal eder ki karşısına çıkan tüm rakipleri en ufak başarısızlığa izin vermeksizin yenmesini bekler.
Bu şekilde belki de kendisinin hayat boyunca başaramadığı şeyleri taraftarı olduğu takım ile bütünleşerek yaşar.
Takım oyunları trübünden sahaya doğru akan enerjinin yarattığı güçle büyür, güzelleşir.
Tüm organizasyonların başarısı o etkinliğin kitleler tarafından sahiplenilmesi ve takip edilebiliyor olmasıyla ölçülür.
İşte Fenerbahçe Basketbol takımı buraya kadar saydığımız her şeyi gerçekleştirebilen bir takım olduğu için dünyanın en güzel takımına dönüşmüştür.
Udoh’un Spanoulis’e yaptığı o ölümsüz blok fotoğrafında görünen kişi belki Udoh olabilir ancak Udoh o bloğu tüm Fenerbahçe taraftarıyla birlikte yapıyordu. Spanoulis’in elinden çıkan topa uzanan el sadece Udoh’a ait değildi, orada milyonlarca Fenerbahçe taraftarının gücü, enerjisini, isteği, arzusu vardı.
Fenerbahçe taraftarı bugüne kadar kafasında kurguladığı tüm hayali basketbol takımında gördüğü için deli gibi âşık birine dönüşüyor.
O muzaffer kumandan Obradovic’in basketbol bilgisi, zekası, kudreti bugüne kadar Fenerbahçe taraftarının beklediği koç olduğu için önünde herkes saygıyla eğiliyor.
Ferit Şahenk, Murat Ülker, Ali Koç gibi Türkiye’nin en büyük işadamlarını kendinden geçiren, tribündeki sıradan bir taraftar haline getiren de işte budur.
Hani Mustafa Kemal’in “her şey olabilirsiniz ancak sanatçı olamazsınız” sözünde anlam bulduğu gibi o işadamları belki sahip oldukları zenginlikle bir çok şeyi başarabilirler ancak böylesi yenilmez bir takım yaratmak kolay bir iş olmadığı için senin benim gibi sıradanlaşıveriyorlar.
İki senedir Fenerbahçe taraftarı basketbol takımına dünyanın en güzel takımı diye buralara getirdi.
Euroleague finali bu görkemli takımın rüştünü ispat edeceği en önemli arenaydı.
Sırat köprüsüydü.
Geçen sene son top, alınamayan bir ribaunt mesefasindeydi.
Dünyanın en güzel takımı işini son topa bırakır mıydı?
Bu şansa, kadere, kismet, hakemin çaldığı ya da çalamadığı bir düdüğe bağlı olabilir miydi?
İşte dünyanın en güzel takımı daha ilk sayıdan itibaren önce Real Madird sonra Olympiacos’u açık ara, tartışmaya fırasat vermeyecek şekilde yenerek gücünü tüm dünyaya gösterdi.
O gün parkedeki takımı izlerken bugüne kadar ifade etmek istediğim, bir basketbol takımında olmasığını düşündüğüm, daha öncesinde eleştirdiğim şeylerin hepsinin gerçekleştiği bir Fenerbahçe gördüm.
İşte buydu.
Teşekkürler dünyanın en güzel takımına.
Çok seviyoruz, gerçekten de deli gibi aşığız Fenerbahçe!
(*) http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/umudu-kesilenler-bu-fotografa-iyi-baksin-1864055/