Karşılaşmanın ilk yarısının ortaları; bir iki geri pas, yanlış tercih, isabetsiz şut denemeleri sırasında tribünlerden yükselen memnuniyetsizlik tepkilerini duyduk. Bu tepki oyunun bu bölümünün sonlarına doğru neredeyse ıslık, yuhalamaya dönüştü.
Sanırsınız ki Fenerbahçe tüm sezonu harcamış, lig yarışından kopmuş, artık Ligi tamamlamak için hedefsiz maçlar oynuyor.
Oysa maç sonucu itibarıyla ikinci sıraya yükselmiş, kalan iki haftaya rağmen şampiyonluk yarışının içinde olan, Kupa’da 4 gün sonra final oynayacak Fenerbahçe’nin çok daha güçlü bir taraftar desteğini hak ettiğini söylemek gerekiyor.
Maalesef şu görüntüye baktığımızda Kadıköy’ün Fenerbahçe için deplasmana dönüştüğü gerçeğini yaşıyoruz. Buradan sinerji yaratmak ne kadar mümkündür, düşünmek gerekiyor.
Türkiye’deki yerleşik futbol anlayışı özellikle maçın son yarım saatindeki gibi oynanmasını bekliyor.
Top bir o kalede bir diğerinde, hızlı, karambole dönük oynanacak, kim daha fazla hata yaparsa kaybedecek, diğeri de bu hatadan yararlanarak kazanacak.
Öyle olduğu için mi teknik becerisi yüksek futbol takımlarımız, Milli Takımımız kendilerinden çok daha zayıf takımlar karşısından bu kadar başarısız oluyorlar, bu sorunun cevabını tartışmayı ve sonuçlarını konuşmayı nedense hiç sevmiyoruz.
Haftalardır Fenerbahçe sahaya futbol oynamak için çıkmış takımlar karşısında hem sonuç alan bir oyun oynuyor hem de goller bulabiliyordu.
Kayserispor, Sivasspor, Antalyaspor, Kasımpaşa akan oyun oynama becerisi yüksek ve savunma bloklarını kendi yarı alanının tamamına yayabilen takımlardı.
Bu maçlarda topun oyunda kalma sürelerinin 55-58 dakika aralığında olması önemli bir veridir.
Bursaspor, aynısını daha önce denemiş, Akhisar, Gençlerbirliği, Osmanlıspor’un oyun anlayışıyla sahaya çıkmıştı.
Sakatlıklar dahil bu maçın 14 dakika fazla oynanması bir bakıma sahadaki genel oyun akışının da bir sonucuydu. Bursasporlu her oyuncunun her müdahale sonrasında yerde kalmaları, kalkamamaları; yaşadıkları sakatlıklar dahil fizik olarak ne kadar güçsüz ve bu nedenle de oyunun boşluklarına sığınma ihtiyaçlarının da göstergesiydi.
Bursaspor’un birinci bölgelerine yığılan savunma blokunu geçebilmek için oyunun yönünü fazlasıyla değiştirmek gerekiyordu.
Şu bir gerçek ki Dirar ile Alper aynı özelliklere sahip futbolcu değiller. Alper yıllardır tam olarak nerede oynamak istediğine de karar veremedi.
Geçen sezon Advocaat ona nerede oynamak istediğini sorduğunda Giuliano’nun pozisyonunu tarif etmiş, tüm sezonu da orada oynamış ancak istenen ve beklenen etkiyi sağlayamamıştı. Bu maçta da kanatlarda verimsiz kalınca orta alana yaklaştı ve burada Josef, Topal ve Giuliano’nun bölgesini kalabalıklaştırdı. Zaten orta alanda Bursaspor yoğunluğu artırırken burada Fenerbahçe’den bir oyuncu fazladan eklenmesi oyunun tıkanmasına neden oldu.
Valbuena’nın oyuna girişi ve bu oyuncunun dağınıklığı Fenerbahçe adına pozisyon zenginliği yaratmış olsa da takımın tüm savunma yerleşimini bozduğunu söylemek gerekiyor.
Bu maçta da Valbuena’nın kaptırdığı, kaybettiği topların Fenerbahçe kalesine gol tehlikesi olarak gelmesi artı ve eksilerini fazlasıyla sorgulattı.
Bir oyunu tek bir futbolcu üzerinden okumaya çalışmak doğru değil ancak ilk yarı Alper’in yapamadıklarını yapan ancak yaptıklarını da yapmayan Valbuena oynadığı ve oynamadığı her dakika bize bu hesabı yaptıracak görünüyor.
Hasan Ali ve Şener sıkışan maçın kanatlarda çözülmesi adına fazlasıyla çaba harcadılar.
Şener geçen haftanın oldukça etkisinde kalmış olacak, pas tercihi varken kaleye şut çekmek denedi. Ancak Yusuf Erdoğan’a adım attırmayan ve onu ikinci devre diğer kanada geçmeye zorlayan savunması gerçekten başarılıydı.
Hasan Ali’nin rekor sayıda topla buluşması, oyunun sürekli sol kanattan oynandığı bölümde yarattığı etki ve Fernandao’ya verdiği gol pası onu bence maçın adamı yaptı.
Fenerbahçe bu galibiyetle çok gerilerde başladığı yarışta rakiplerini terk teker altına alarak ligin ikinci sırasına yerleşmiş oldu.
Bu maç sezonun senaryosuna uygun oynandı.
Dramatikti.