Bize öğretilmiş en yanlış ezberlerden biri “Milli Takım bir üstyapı meselesidir ve doğru oyuncuları seçmek ve bir araya getirmekten ibarettir!”
Öyle gördüğümüz için tek seçicilere bu kadar önem verdik.
Bu ülkenin algısını bu şekilde etkilemiş ve zehirlemiş olanların ortak ürünü olarak yıllardır mecbur bırakıldığımız süreçlerin sonunda en azından bir takım çıkarımlar ve sonuçlar yapmış olmalıyız.
Milli Takım en iyi on bir oyuncuyu bir araya getirme meselesi değildir.
Dünkü karşılaşma sonrasında üç gün önce yerden yere vurulan Lucescu’nun doğru kadroyu çıkardığı üzerinde fikir birliğine varılmış olmasıdır. Bir ay sonra alınacak yenilgide aynı hazımsız kişiler teknik direktörü yerden yere vurmaya kaldıkları yerden devam edecek hatta “bu takımı Lucescu yapmamış” demeye kadar vardıracaklardır işi.
Hırvatistan’ı yenmiş olmamız zaman içinde sevindiğimiz bir andır. Aslında hepimiz gerçeğin bu olmadığını biliyoruz.
Dün maçı yorumlayan Sergen Yalçın “Milli Takımın bu set oyunu ile oynarken…” ile başlayan cümleler kurdu ilk yarının sonlarına doğru.
Soru şu “Milli Takımın bir set oyunu mu vardı?”
Set oyunu nedir?
Kendisi de teknik direktör olan bir kişinin böylesi bir yorum yapması aslında sorunu daha da çözümsüz hale getiriyor, farkında olmadan.
Set oyunu basketboldan hatta voleyboldan devşirilmiş bir ifadedir. İki takımdan biri hücum diğeri savunma şeklini almıştır ve voleybolda üç pasla, basketbolda da 24 saniye içinde bu hücum setinin oynanması ya da savunulması gerekmektedir.
Futbolda set oyunu olmaz mı?
Kuşkusuz olur hatta bana göre temel doğrulardan biridir ancak spontane hücum geliştiren bir takımın set oynunu oynadığını ifade etmek kendini kandırmaktır.
Set oyunu belirli sistemleri olan takımlar için geçerlidir.
Alman Milli Takımı set oyunu oynar çünkü altyapılarından itibaren buna göre sistemi geliştirilmiştir.
Bizim en kurumsal firmalarımızda dahi kurum hafızası ya da sistemi olmadığından genellikle kişilerin önceki tecrübelerinin işe katacağı başarıdan medet umulur.
İnsan Kaynakları departmanlarının en çok sevdiği sorudur; “söyleyin bakalım size neden işe alalım, size farklı kılan nedir?”
Ben iş sahibi olsam bu soruyu soran insan kaynakları yöneticisini anında işten kovarım. Çünkü bu soruyu soran kurum ve kurumsallıkla ilgisi ve ne yaptığının bile farkında olmayan bir kişidir. Ancak ülkemiz şartlarında muteberdir.
Kimse işi nasıl yapacağını bilmediğinden daha önce bir şekilde başarılı olmuş kişinin yaratacağı mucizeye odaklanılır.
Bir süre sonra işler sarpa sarıldığında bu sefer geçmiş tecrübeler masaya yatırılıp kiminkinin daha iyi sonuç verdiğinin yarışmasına girilir.
Başarısızlık kişiye yüklenir ki kurum ilelebet payidar kalsın!
Kim daha uzağa tükürürse ya da en güzel sunumu kim yaparsa işi o alır, yöntemi de belirler.
Cem Yılmaz ne diyor; “en büyük maharetimdir şu an size güldürmek için anlattığım şeyleri bu kapıdan çıktıktan sonra hatırlamayacaksınız!”
Mesele o an ne hissettiğimiz, bizi neyin güldürdüğüdür.
Sistemimiz sistemsizlik üzerine kurulmuşken daha fazlasını da beklemek zaten doğru değildir.