2010-11 sezonunun hararetli mücadelesi sırasında Aykut Kocaman ortaya “teknik direktör takımı” kavramını attığında her zamanki futbol kamuoyumuz her zamanki snop tavrıyla bıyık altından hafif dudaklarını kıvırarak gülümsemişti.
Aykut Kocaman’a mutlu sona ulaştıkları sezon sonunda şu soru soruldu.
“Fenerbahçe, Aykut Kocaman’ın takımı mıydı?”
Kuşkusuz bir senede böyle bir şeyin gerçekleşmesi düşünülemezdi.
Aykut Kocaman 2012-13 sezonunun sonunda görevinden ayrılırken dile getirdiği konu üzerinde oldukça yol almıştı.
O takım Avrupa’da yarı final oynamış, Türkiye Kupası’nı kazanmıştı. Bir sene sonra Ersun Yanal’ın yakalayacağı büyük başarının tüm hazırlıkları zaten tamamlanmıştı.
Ancak Fenerbahçe yönetimi Aykut Kocaman ile yoluna devam etmedi. Görüntü itibarıyla takımı bırakan hoca olmasına rağmen, gerçekler Murathan Mungan’ın güzel şiirinde belirttiği gibiydi.
Kimdi kimdi kalan
Giden mi suçludur her zaman?
Ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman
Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden
Aynı kalmıyordu hiçbir şey
Değişiyordu her şey
kendiliğinden
Artık çözülmüştü ellerimiz
Artık bölünmüştü yüreğimiz
Birimiz söylemeliydi bunu
Ötekini incitmeden
Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de
bu yüzden gitmiştir zaten
Bundan iki ay önce “Üç kupayı kazanan gerçekten Hamza Hoca mıydı?” (*) diye bir başlık attığım bir yazı yazmıştım.
Bunun nedeni Galatasaray taraftarının kendi sahasında Hamza Hoca’yı istifaya davet edişiydi.
Çok değil, henüz bir iki hafta önce Hamza Hoca Süper Kupayı da almış ve Galatasaray’a bir sezonda en fazla kupa kazandıran teknik direktörler arasına girmişti.
Peki, nasıl oluyordu da taraftar bu kadar kısa süre içinde teknik direktöre inancını yitirebiliyor ve istifa diye tempo tutabiliyordu?
Bunun bana göre tek açıklaması olabilirdi; Galatasaray Camiası Hamza Hoca’nın bu işi tek başına başardığına inanmıyordu. Üç kupa hocanın değil, belki tesadüflerin ya da başka etkenlerin eseriydi. Çünkü üç kupa kazanmış, dördüncü yıldızı almış bir teknik adam iki hafta içinde istenmeyen kişi haline gelemezdi.
18 Kasım günüyse Galatasaray yönetimi Hamza Hoca’nın ipini çekiyordu.
Sebep?
Umut Bulut ile ilgili basına yaptığı ve yönetimin onaylamadığı açıklama bardağı taşıran son damla olmuştu.
Yönetim, Hamza Hoca’nın ne taktiğinden ne oynattığı futboldan ne de oyuncu seçimlerinden memnun değildi.
Ama bu adamın tercihleri geçen sezon Galatasaray’a başarı getirmemiş miydi?
Dün de yazdım, bizde bir samimiyet sorunu var.
Mevlana yüz yıllar önce çok önemli bir uyarıda bulunmuştu.
“Ya göründüğü gibi ol ya olduğun gibi görün!”
Hamza Hoca, Galatasaray’ı kendi takımı haline getirmeye çalışıyordu.
Nasıl Ergin Ataman basketbol şubesinde gerektiğinde oyuncuları bile dövmekten geri kalmıyorsa, Hamzaoğlu da bildiği yoldan ilerlemek istiyordu.
Bugün gazetelerde “imparator olmak istiyordu” şeklinde bir yöneticinin ağzından yapılmış bir açıklama vardı.
Bu ülkede imparator olmanın nesi kötüdür? En çok imparatorların peşine takılmıyor muyuz? Hamza Hoca’nın gayet de medeni olan, kimseye rahatsızlık vermeyen üslubu muydu sorun olan?
Birbiriyle tutarlı iki cümleyi peş peşe kurabilmesi miydi rahatsızlık veren şey?
Maalesef bu ülkenin iklimi bu türden adamların yaşamasına izin vermiyor.
Hamza Hoca’nın gönderilişinde tuhaflık var; tıpkı Ünal Aysal’ın Fatih Terim’i göndermesinde olduğu gibi veya başta bir sürü örnekte yaşanmış olduğu şekliyle.
Yönetimlerin de bir tarzı, planı, düşüncesi varmış?
Neymiş acaba çok merak ediyorum. Yönetimler yönetmeyi beceremedikleri kulüpleri borç batağına sokmanın ötesinde bugüne kadar tutarlı ne iş yapmışlardır?
Şimdi birçok aday var Hamza Hoca’nın boşalttığı koltuk için ve o kişiler de bu iklime uygun davranmayı içlerine sindirebilmekte, tek bir söz söylememektedir.
Yarın aynı muameleyle karşılaşacaklarını bile bile bu sahteliği oynamaya devam etmektedirler.
http://twitter.com/uzaygokerman