Sevgili Gamzeda,
"Bir kere son şeklini verdikten sonra, düşüncelerimizi, hayata bakış açımızı, değerlendirme ölçütlerimizi, karşılaştırma yöntemlerimizi neden değiştiremiyor, geliştiremiyoruz?" diye sormuşsun.
Bu sorduğun soruyu ilk defa 2001 ilkbaharında kendime yöneltmiştim.
Aslında kişisel gelişimimin en başında edindiğim bilgiler yaşamın diyalektik bir bütünde ilerlediğini, sürekli bir hareket olduğunu göstermiş, hayata öyle hazırlamıştı, beni.
Ancak bir süre sonra bu başka bir şeye dönüştü.
Seninle ilk karşılaşmamızda da ilişkiler seviyesinde oldukça yalnız ve mutsuz bir yerdeydim, sanırım.
Sadece ben mi, çevremdeki bir çok kişi aynı rutini yaşamaya devam ediyor, ilginçtir benzer alışkanlıklardan şikayet ediyordu.
Esas meselenin de burada düğümlendiğini konuşmuştuk seninle...
Sürekli bir şeylerden; etraftaki yakın arkadaşlardan, sevgiliden, çalışılan işten, onun çevresinden, tutulan takımdan şikayet ediyor, ancak buna sebep olan bakış açısının, değerlendirme tarzının veya biçiminin ne kadar etkin rol oynadığını hesaba katmıyorduk.
Maalesef büyük bir kısır döngünün içinde sürekli bulunduğumuz yeri kazmayı sürdürüyor, kazdıkça içine biraz daha gömülüyor ve etrafı görebilme şansını her geçen gün yitiriyoruz.
1998 Şubatı, yani bundan tam 15 yıl önce Fenerbahçe'nin kulüp olarak durumu tam bir ortaçağı andırıyordu.
O tarihlerde stadyumunda bir maç izleyebilmek için oldukça çaba harcamak gerekiyordu.
Dereağzı'ındaki tesisler tam bir prefabrik şantiye gibiydi.
Amatör sporlarda Fenerbahçe'nin bir kaç tane sporcusu sayılabiliyordu.
Futbolu bir kenara bırakırsan, basketbol ve voleybolda başarı kelimesiyle taraftarlar sürekliliği olan bir duygu yaşamayı unutmuşlardı.
Zaman zaman derbi maçlarında kazanılan başarılarla mutlu olunuyordu.
Mesela o tarihlerde Fenerbahçe'nin geleceği ile ilgili çok karamsar düşüncelerim vardı. Ancak nelerin eksik olduğunu çok net olarak ifade edebiliyordum.
Az önce verdiğim tarihte göreve gelen başkan Aziz Yıldırım yaptıklarıyla sadece Fenerbahçe'nin değil, spor tarihimizin vizyonunu değiştirdi.
Son 15 yıl tamamen bir imar, kalkınma, yeniden yapılanma, restorasyon, değişim, dönüşüm ve gelişim üzerineydi.
Kuşkusuz bu süreç içinde kalıcı, sürekliliği olan başarılar geldi. Eksik olan bütün parçalar teker teker yerine yerleştirildi. Büyük bir eser çıktı ortaya.
2011 yılında Avrupa'da yayınlanan bir çok makalede Fenerbahçe'nin bu yaptıklarından, başarılarından gösterişli vizyonundan söz ediliyordu.
3 Temmuz'daki malum süreç devreye girmeseydi muhtemelen bambaşka şeyler de yazabilirdim.
Aslında 3 Temmuz'da yaşananın tam kendisi de şu an sana anlatmaya çalıştığım şeyin çok bileşenli eksikliğinden kaynaklanıyordu.
Soruşturma ve yargı sürecinin de bundan bağımsız bir durum olmadığını söylememiz doğru olur.
Maddi ve sportif başarıların devasa büyüklüğüne rağmen düşünsel anlamda bu dönüşüm kendisini ifade edemedi.
Süreci takip etti, gelişmelerden etkilendi, keyif aldı veya kıskandı ancak bu zihinlerde olması gereken düşünme sistematiğini tamamlayamadı.
Genel anlamda baktığında 15 sene önceki değerlendirme ölçütlerinden çok farkı olmayan bir bakış açısıyla spor olaylarını takip etmek geleneksel olan hakim görüş.
Bunu Fenerbahçelilerin yapıyor olması ise bir başka çelişki.
Oysa başarısızlıklarda, yenilgilerde çok daha farklı bir duruş sergilemesi gerekmiyor mu sence de?
Maddi ortamın yarattığı gelişmişlik seviyesine karşılık, eğer düşünsel gelişim tamamlanmazsa süreçlerin tekrarı kaçınılmaz olur.
http://twitter.com/uzaygokerman