Dünya üzerinde şu an hiçbir takım üç puana Fenerbahçe kadar ihtiyacı yoktu ve bu karşılaşmayı mutlaka kazanmak zorundaydı!
Böyle ortam ve zamanlarda topa ne kadar sahip olduğunun, kaç pas yaptığının, rakip kaleye kaç şut çektiğinin önemi yoktur; çünkü mesele can havlidir!
Hayatta kalma sorunudur!
Düşünün bir kere şampiyonluktaki en yakın rakibinizin bir gün önce oyuncusu kritik bir pozisyonda yatarak müdahalede bulunarak topu arkadaşına veriyor o da devre bitimine bir dakika kala golü buluyor, müdahale sırasında yerde kalan takımın oyuncuları hakeme faul diye itiraz ederken ortalık karışıyor ve bir sürü sarı kart arasında kırmızı kart da çıkıyor.
Ve işin tuhaf tarafı dünkü karşılaşma sırasında neredeyse karbon kopya bir pozisyonda Skrtel yatarak rakibini karşılıyor ve aynı şekilde sahip oluyor.
Ancak aynı Federasyonun yetiştirdiği bir başka hakemin bu sefer yorumu Skrtel aleyhine oluyor üstüne de bir de sarı kart veriyor.
Adil oyunun olmadığı yerde haksız rekabet vardır!
Ve Fenerbahçe haftalardır büyük haksızlığa uğruyor.
Bu durum ister istemez oyununa yansıyor. Oyuncuları agresifleşiyor, gereksiz kartlar alıyor. Peş peşe gelen kötü sonuçlar takım ile taraftarın arasını açıyor; zaten tepkisellik içindeki taraftar normal şartlarda belki üzerinde durmayacağı bazı sonuçları büyütüyor bu durum içinden çıkılması güç bir hal alıyor.
Takım oyunu bozuluyor; takımı kurtarma telaşına düşen oyuncuların bireyselliği egoizme dönüşüyor.
Bunların hepsi futbolun doğal sonucudur.
Böyle bir ortamda her geçen hafta Fenerbahçe’nin futbolu elbette bozulacaktı.
Eğer mesele sonuç oyunuysa yere göğe sığdırılamayan Abdullah Avcı’nın Başakşehir’inden daha kötü bir futbol da oynamadı Fenerbahçe!
Ya da yıllar yıllar önce Mourinho’yu efsaneliğe taşıyan Chelsea’nin başında oynattığı futboldan da farklı değildi dün akşam Konya’daki Fenerbahçe!
Advocaat maçı iki parça halinde düşünmüştü.
İlki kendisini galibiyete götürecek pragmatist oyun şekli; golü bulmaktı.
Lens, Feyenord karşısında gücünü bu kadar zorlamasaydı da sakatlanmasaydı bugün Fenerbahçe’nin futbolu ve pozisyonu ne olurdu sorusunun üzerinde biraz düşünmek gerekiyor.
Takım oyununu konuşuyorken Fenerbahçe bir oyuncunun başarısına indirgenebilir mi?
Eğer sırayla Salih, Fernandao, Sow, Ozan sakatlanmışsa ve bu oyuncular takımın yarısıysa o zaman Lens’in yokluğu daha da büyür.
Fenerbahçe, Manchester deplasmanında kadro bile kuramadı.
Ve o Lens oyunda kaldığı 60 dakika süresince çok önemli işler yaptı. Penaltıyı yarattı! Yüzündeki cin ifadeden “daha ben size neler yapacağım” der gibiydi.
Türkiye’de futbolun kalitesini ve ölçüsünü bugün hakem kararları belirlerken sanmayın ki takımlar arasında büyük farklar var; bunu ayırt edebilmek için sadece daha fazla maç izlemek gerekiyor.
Advocaat pragmatizminin ikinci bölümü de golden sonra özellikle son yarım saatte kendini gösterdi.
Konyaspor’u kendi silahıyla vurmaktı bu!
Son üç sezonda kazanamadığı bir deplasmandan bu şekilde üç puan çıkarmak önemlidir.
Fenerbahçe’nin düzeltmesi gereken bir sürü sorunu var ancak biliyoruz ki bu peş peşe alınacak üç galibiyete bakıyor.
Karşılaşmanın başladığı sırada Ali Koç’un Başkanlıkla ilgili açıklaması geldi. Bir gün önce Aziz Yıldırım’ın Yargıtay sonucuna göre görevi uygun kişiye bırakacağı yönündeki açıklamasıyla Ali Koç’un zamanlaması anlamlıydı.
Ali Koç üzerine düşeni kendisine yakıştığı gibi yapmıştır.
Fenerbahçe’nin bugün birincil sorunu yönetim değil 3 Temmuz ile hesaplaşmadır.
Bu hesabı karıştırıp Fenerbahçe’yi kaosa sürükleyenlerin olduğu ortamda sağduyu sahibi kişilerin doğru yönü göstermesi Fenerbahçe’nin iç dinamiklerinin ne kadar güçlü olduğunu da gösteriyor.
Son dönemde ortalığı boş bulanların Fenerbahçe’yi hedef alan saldırıları artık ahlak sınırlarını da aşmıştır.
Böyle bir ortamda Fenerbahçe’nin yalnızlığa terk edilmesi düşünülemez bile!