Kağıt üzerinde istisnasız bütün rakiplerimizi küçümsüyoruz.
Marseille karşısında 2-0 öne geçince nasıl 2-2 olur diye büyük olay çıkarıyoruz; oysa o takımın geçmişindeki başarılı tarihi görmezden geliyoruz. Hatta temsil ettiği ülkenin kim olduğunu tamamen unutuyoruz.
M'Gladbach bir anda köy takımı haline geliyor. Oysa yaşım itibarıyla Avrupa'daki ilk Şampiyonlar Kupası finalinde izlediğim takım Liverpool'un rakibi olarak M'Gladbach'tı. Sonrasında da adını hep duydum ve bildim.
Kıbrıs Rum Kesimi fark etmediğimiz şekilde sessizce ve derinden çalışarak Avrupa futbolunda burnumuzun dibine kadar geldi. Puan olarak aramızda ondalıklar sayılıyor. Hatta dün Fenerbahçe yenilmiş olsa muhtemelen sıralamadaki yerimiz de değişecekti.
Avrupa'daki yegane başarımızı 2000 yılında Galatasaray ile kazandık; ne bir tekrarı var ne de istikrarlı bir çizgi...
Belki beklentilerimiz çok yüksek, başka şeyler hayal ediyoruz ama elimizdeki sonuç da bu; Galatasaray salı akşamı tek kale mücadele ettiği Romanya ekibine sadece bir gol atabiliyor.
Milli Takımlar düzeyindeyse çok daha olumsuz bir tablo olduğu kesin; hep ne olacak futbolumuzun durumu diye tartışmak zorunda kaldığımız bir ortam içindeyiz.
Böylesine istikrarsız, başarısız bir ortamda Fenerbahçe'nin futbolundan olağanüstü şeyler beklemek de bir başka hayal dünyasıdır. Futbolu kafanızdaki hayal dünyasıyla eşleştirirseniz ortaya çok büyük bir yıkım çıkar, mutsuz olursunuz.
Bir de gerçekler vardır. Eğer elinizdeki mevcut durumu doğru tahlil edebilir, maddi ortamla düşünceleriniz arasında sağlıklı ilişki kurarsanız o zaman maçları başka bir gözle izlemeyi başarabilirsiniz.
Daha bir ay öncesine kadar Fenerbahçe için Avrupa'da 7 puan Kaf Dağı'nın diğer tarafıydı. Oysa bugün itibarıyla Fenerbahçe grubunun en yakın takipçisinin üç puan önünde lideri konumuna geldi.
Küçümsenecek bir durum yok ortada, Fenerbahçe'nin 3'er puanla arkasında bıraktığı takımların Şampiyonlar Ligi'nde olmaması sadece bir eleme turu talihsizliğidir, aynen temsilcimiz gibi ve bütün Avrupa'nın futbol kamuoyu bu grubu zaten Şampiyonlar Ligi ile eşitliyor.
Ve, ilk karşılaşmada Bekir ters ayakla yakalanmamış olsa Fenerbahçe belki de bugün itibarıyla bir üst tura geçmeyi garantilemiş olacaktı.
Meireles'in bu takım için önemini M'Gladbach ve Beşiktaş maçlarında görmüştük. Eksikliğini de Bursaspor ve Limasol maçlarında fark ettik. Bir futbolcu takım oyununu bu kadar etkiler mi? Eğer takım genel olarak sakatlıklarla mücadele ediyor ve bir form sorunu yaşıyorsa bu sorunun cevabı istisnasız evet olacaktır.
Fenerbahçe ilk yarı çok geniş alana yayılarak mücadele etti. Bu da hatlar arasındaki bağı kopardı. Sow yalnızlaştı; dört rakip oyuncu ile mücadele etmek zorunda kaldı. Oysa Baroni ona yaklaşmalıydı. Mehmet Topal ve Selçuk geriden oyun kuramayınca Baroni geriye gelmek zorunda kaldı. Bu Fenerbahçe'nin orta alan üçlüsünün tipik ön libero görüntüsüne bürünmesine neden oldu; sevimsizleştirdi, sıkıcı bir duruma soktu, sıradanlaştırdı.
Oysa Meireles geriye kadar gelip, pas trafiğini güçlendiriyordu. O varken Baroni'nin geri gelmesine gerek kalmıyordu. Selçuk oynarken Fenerbahçe ister istemez defansif bir takıma dönüşüyor; yapacak başka bir şey yok, Aykut Kocaman gençleri oynatmadığı sürece eldeki sonuç budur. Gençler için de en doğru zamanı yine Aykut Kocaman biliyor.
Caner ve Kuyt'taki düşüş Fenerbahçe'nin kanat organizasyonlarını zayıflatıyor. Ama yine de varlıkları önemlidir.
İkinci yarı rakibin yavaş yavaş yorulmasıyla birlikte orta alanda pas trafiğini arttırarak ileriye doğru yaklaşmaya başladı. Bu Fenerbahçe'nin daha etkili olmasını sağladı. Artan tempo ile birlikte Limasol zorlandı.
Oyunun tam bu bölümünde golün gelmesi hem olması gereken doğal sonuçtu hem de bir anlamda şanstı.
Egemen müthiş bir kafa golüyle hem Fenerbahçe'yi rahatlatmış oldu hem de üzerine yapışan o etkisiz oyuncu kimliğini de yırtmış oldu. çünkü Fenerbahçe taraftarı için 2 numaralı forma Luciano ve Lugano'dan sonra çok değerli hale gelmiştir. Egemen böylesine güçlü bir mirasa sahip bir formayı giymekle kalmıyor beklentilerin en düzeyde olduğu bir bölgede oynuyor.
Bu nedenle golün değeri onu kimin attığı ile çok daha önemli hale gelmektedir. Egemen üzerine biçilen rolü kabullenip, beklentilere karşılık verebilirse bundan Fenerbahçe kazançlı çıkacaktır.
Kuşkusuz 3 puanın en önemli aktörlerinden biri de Volkan Demireldir. Yaptığı mutlak gol pozisyonundaki kurtarışlar Fenerbahçe'nin kalesinde kaleci olduğunun mesajını vermiştir. İyi bir kaleci takımın başarısının yarısıdır.
Aykut Kocaman Avrupa'daki istatistiğini düzeltmeye devam ediyor. Takımın ve kendisinin kafası rahatladıkça takımın genel havası da düzelecektir.
Fenerbahçe her şeye rağmen kendisine geliyor.
Orada değildik ama gelen haberler Rumların, Fenerbahçe'yi taraftarıyla birlikte iyi ağırladığı yönündedir. Bu konukseverliğin karşılığı mutlak surette Kadıköy'de gösterilmelidir.
Zaten Limasol ile Fenerbahçe arasında çok yakın tarihsel bir bağ vardır.
http://twitter.com/uzaygokerman