Fenerbahçe bu sezon birçok şeyi bir arada yapmaya çalışıyor.
Birçok şey bir arada yapılır mı?
Ne olduğuna göre değişiyor tabii…
Öncelikle Fenerbahçe’nin bir an önce içine girdiği şu özgüven sorunundan çıkması gerekiyor. Peki bu sorun nasıl aşılır? Daha doğrusu ortam bunu aşmaya uygun mu?
Değil!
Bir kere Fenerbahçe rakipleriyle eşit şartlar altında yarışmıyor.
Ne yaparsa yapsın Fenerbahçe’nin kazanmasından rahatsız olan, Fenerbahçe’nin iyi olmasını istemeyen bir Fenerbahçe taraftar grubuna rağmen sahada mücadelesini sürdürüyor. Bu aslında göründüğünden de büyük bir tehdit oluşturuyor.
Çünkü, dışarıda zaten bir sürü rakip unsur var ve doğası gereği onların nasıl davranacağını ya da hareket edeceğini kestirmeniz mümkünken asli görevi takımının her koşulda yanında olmak ve desteklemek olanın ne yapacağını bilmekse kolay değildir.
Her türlü olumsuzluğun ilklerini yaşamakla ünlü olan Fenerbahçe’nin bu sezonunun da tarihe çok önemli kayıtlarla geçeceğine kuşku duymamak gerekiyor.
Peki neden bir Fenerbahçeli Fenerbahçesinin başarısını istemez?
Cevabı çok basit; çünkü bir grup Fenerbahçeli, Fenerbahçe’nin mevcut yönetiminden sıkıldığı, hatta artık nefret ettiği, bir dakika bile tahammül gösteremediği ve ondan kurtulmanın biricik yolunun Fenerbahçe futbol takımının başarısızlığı olduğunu düşündüğünden kelimenin tam anlamıyla net bir şekilde taraftarlığını unutup, başka bir role soyunuyor.
Bizler Fenerbahçe’nin kadro kalitesi olarak bu seneden çok daha düşük seviyede ve başarısız olduğu sezonlara da şahit olduk ancak hiç bu kadar negatif eleştirinin camia içinden yükseldiğini görmemiştik.
Bu ortam hiç kuşku yok ki Fenerbahçe’nin mücadele etmeye çalıştığı diğer unsurları da yüreklendiren daha cesur davranmaya yönelten bir ortamı da yaratıyor.
Daha sezonun ilk başla vuruşundan itibaren çıkardığı kadro ve oynattığı futbol ile eleştirilen Aykut Kocaman’ın aslında ne yaptığı ile kimsenin çok ilgilendiği de beklenmemelidir.
Bu kadar “kötü” futbola karşın Fenerbahçe’nin neredeyse tüm istatistiklerde ligin ya birincisi ya da ikincisi olması, savunma futbolu oynadığı iddiasına rağmen lider Galatasaray’ın ardından 26 golle ligin en çok gol atan ikinci takımı olması, eğer her şey normal standartlar çerçevesinde giderse önümüzdeki hafta itibarıyla tüm dengelerin yeniden sağlanacağı hesap edildiğinde yarışa tam anlamıyla ortak olacağı gibi sonuçlar kuşkusuz çok itibar görmeyen değerlerdir.
Fenerbahçe’yi beğenmediğini, iyi oynamadığını söyleyenleri dinlerken sanki La Liga ya da Premier Lig’te oynadığı hissine kapılıyor insan.
Gerçekler acı da olsa sonuçta burası Süper olduğu iddiasıyla oynanan Türkiye Ligi’dir ve bir ortalamaya sahiptir. Kimse kimseyi kandırmasın ne Fenerbahçe çok kötü futbol oynuyor ne iyi olduğu iddia edilenler ortalamanın çok üzerinde top oynuyorlar.
Mesele bu ortalamanın elbette üzerine çıkılmasıdır ve 34 maçlık maraton bunun için oynanıyor. Teknik direktörler kafalarında kurguladıkları oyun yapısını sahaya en iyi şekilde yansıtabilmeleri için zamana ve ortama ihtiyaçları vardır. Her haftanın kendi içinde ayrı senaryosu olur ve stratejisi de buna göre çizilir. Avrupa’nın önemli liglerindeki normal seyir böyledir.
Ama bu seyir her haftanın sırat köprüsünü geçmeye dönüştürülmesi de değildir.
Türkiye bu seyirde olamadığı için Avrupa’nın liglerinin genel ortalamasının çok altında kalıyor.
Herkesin bu kadar çok şeyi bildiği bir yerde bu kadar başarısız olunmasını açıklamak ancak böyle mümkündür.
Biz ne yapıyoruz; çok bildiğimizi iddia etmiyoruz, daha iyi olabilmenin ortamı nasıl hazırlanır, takip edilir, izlenir ve buna destek olunur, buna kafa yoruyoruz.
Bu zor ve uzun girizgahtan sonra Fenerbahçe-Antalyaspor maçına gelebilirsek bu sezonun Fenerbahçe adına en rasyonel oyunlarından birini oynadığını söyleyebiliriz.
Sezonun en yüksek şut isabet oranı ile oynandığı bir karşılaşmaydı. Janssen biraz daha dikkatli olabilse bu maçta üç gol atması çok da zor değildi, çünkü o pozisyonları buldu.
Ancak gol Giuliano’nun biraz da kişisel becerisiyle, sağ kanattan biraz da kendisinden beklenmeyecek derecede hız ve çabukluk gerektiren bir atak organizasyonuyla geldi.
Giuliano topu taşıdıktan sonra daha iyi bir alan bulmak için Janssen’e aktardığında Antalyaspor savunmasının tüm konsantrasyonu Hollandalı oyuncuya yöneldi. Burada Janssen’in de hakını teslim etmek gerekiyor pozisyon sırasında rakiple birlikte koşarken ondan kurtulmak ve topla oynayacak alan bulabilmek için yavaşlaması bu sırada kendisine bir boşluk yaratması yeteneğinin ve zekasının ürünüydü.
Janssen topu aldığında üç Antalyasporlu’nun beklentisi onun vuracağı yönündeydi. Bu nedenle Giuliano boş kaldı. Janssen şut çekmek yerine tekrar Brezilyalı’ya pas verince geriye bire birde Angelo’yu geçmek kalmıştı, bir vücut hareketi gol için yeter de artardı öyle de oldu.
Maçın genelinde Fenerbahçeli oyuncular bu paslaşma ve yardımlaşmayı gerçekleştirdikleri her pozisyonda rakiplerine karşı üstünlük kurdular.
Janssen, Aatıf ve Souza’nın buldukları şut pozisyonları tamamen bu tip istasyon oyununun ürünüydü ve tesadüf değildi.
Fenerbahçe bu oyunu oturttuğu her hafta çok daha iyi olacaktır.
Eksiklerine gelince Fenerbahçe’nin bazı oyuncularının fazlasıyla vasatın altında kalan oyunları var.
Fenerbahçe bu sezon bu kadar çok basit gol yiyorsa kuşkusuz bu vasat oyuncuların etkisi büyüktür.
İsmail Köybaşı’nın oynadığı mevkiye göre savunma anlamında çok eksik kaldığını söyleyebiliriz.
Aynı şey Şener için de geçerlidir.
Yeteneğinizi geliştirmeniz mümkün olmayabilir ancak takım oyunlarında tekrar ve bilgi ile vasatı bile iyileştirebilirsiniz. Kuşkusuz bu öğrenme arzusu ile olur.
Son olarak hakem Mete Kalkavan için de bir şeyler söyleyelim; maç boyunca sanki Janssen’i tutmakla görevliymiş gibi göründü.
Antalyaspor asla bulunduğu pozisyonu hak eden bir takım değil; ancak istikrarı yakalamak Antalyaspor örneğinde de olduğu gibi başka unsurlarla da dengelenmesi gerekiyor.
Nasri çok yetenekli ancak bir takım oyuncusu değil.