Ne başarıyı ne de başarısızlığı doğru dürüst gerçek anlamda anlayamadığımız, üzerinde konuşup, tartışamadığımız, aslında düşünmediğimiz için sürekli tekrarla dolu deneyimler yaşıyoruz.
Dün maç sonunda stadyumda veya dışarıda bir sürü kızgın Fenerbahçeli vardı. Hemen herkes bir sorumlu bulmuştu. Çünkü odaklanılmış tek bir şey vardı; Fenerbahçe’nin başarısı, turu geçmesi. Elbette bundan daha normal bir şey olamazdı.
Ama sadece 11 futbolcu, kenarda onları sahaya sürenlerde mi aramalıyız nedenlerini yoksa biraz da kendimize, bakış açımıza da odaklanmalı mıyız?
İnsanların spora, mücadeleye, rekabete bu kadar düşkün olmasının bir nedeni de içinde bulundukları kendi sınırlı yaşamlarını tuttukları takımla özdeşleştirerek onun başarısıyla birleştirip olmadığı kadar yüceltmektir.
Başarısızlıkların bu nedenli öfke seline dönüşmesinin ardında bizim gerçek dünyamızdan bir yansıma vardır.
Büyük çoğunluğumuz Aykut Kocaman’dır. Bu nedenle esame listesi çıktığında, kadrolar okunduğunda hemen eline alıp; “hoca yanlış kadro çıkarmış, Selçuk yerine Baroni oynamalıydı” diyoruz. Hemen her pozisyon, oyuncu tercihi, futbolcunun oyun karakteriyle ilgili bir düşüncemiz, yorumumuz, değerlendirmemiz çok daha önemlisi yargımız var.
Gerçek hayat da bir bakıma bunun bir parçasıdır. Sonuçta uğraştığımız işlerde de çalışmak için aynı süreçleri takip ediyoruz. Eğer yetkili pozisyonda değilsek, yetkiliyi konuşuyoruz.
Sorumluluk sahibi değilsek, elimizi taşın altına koymamışsak o pozisyondaki kişi için her türlü fikri dile getirmede sınırsız bir özgürlüğümüz var; eğer söz konusu iş yetkilerin elimizde olduğu bir durumsa başka sıkıntılarımız oluyor.
Yeteri kadar çalışma alanı bulamamaktan, etraftaki kişilerin çalışmadığından, tembelliğinden, sorumluluktan kaçmalarından şikâyet ediyoruz. Doğru kadrolar, çalışma arkadaşları kurmaya çalışıyoruz. Aldığımız her elemanın bir süre denenmesi gerekiyor.
Buraya kadar çok gereksiz bir hayat dersi okuyormuş izlenimine kapılmış hatta okumayı bırakmış da olabilirsiniz; mümkündür genellikle gerçekler sıkıcı oluyor.
Herkesin her şey için bir bahanesi olduğu, belirli bir sisteme bağlı çalışılmadığı, düzen sağlanamadığı, birikimlere, tecrübelere bağlı bir gelenek yaratılamadığı, anonim kaldığı için bir türlü başarı gelmediğinin farkında olamıyoruz.
Dün karşılaşmanın 6. dakikasında Ari’nin erken golü sonrasında stadyumdaki genel hava derin bir hayal kırıklığı ve turun geleceğine yönelik inançsızlıktı. Esas önemlisi aynı duygu futbolcularda da vardı. Yüzlerinden düşen bin parçaya bölünüyordu.
Oysa eğer bir gol yenilecekse olabilecek en güzel zamanda gelmişti. Geriye uzatmalarıyla birlikte koca bir 90 dakika vardı. Ama orada bitivermişti her şey. Eksik olan bir diğer şey inançsızlık, güven duygusu kaybıydı.
Açıkçası dün çok daha yakından izlediğim başarılı Spartak Moskovalı futbolcuların hiçbirini başarısız Fenerbahçeli oyunculardan daha yetenekli göremedim. Hani hangi oyuncuyu Fenerbahçe’ye alabilir, oynatabilirim diye düşündüğümde Emenike dâhil olmak üzere tek bir futbolcu benim için ikna edici olamadı.
Ama bu oyuncuları bizimkilerden ayıran temel bir fark vardı onlar belli bir yarışma geleneğine sahip, ne yaptığını ve istediğini bilen, her türlü profesyonelliğe sahip oyunculardı. Oyunun kontrolünü yitirip, Fenerbahçe’nin etkili olduğu her pozisyon sonunda maçı soğutacak eylemleri anında uygulamaya sokuveriyorlardı. Bu futbol oyun kuralları içinde, belki bizi çok sinirlendiren ancak çok etkili bir taktikti.
İşte bu fark bile bizim bir türlü idrak edemediğimiz çok önemli bir detaydır.
Maalesef bu eleme turlarını geçemiyoruz. Sadece Fenerbahçe değil, hiçbir takımımız play off kâbusunu aşamıyor. Son on yılda böyle bir başarı yok. Yapılabilen tek şey ligde şampiyon olup, turnuvaya direkt katılabilmenin yolunu bulmaktır.
Üzüntüden bir linç kültürü yaratmadan sakince düşünmenin yolunu bulmak gerekiyor. Düşünsel şiddetin de ortamı kırıp dökmekten başka bir faydası yoktur.
Karşılaşmayla ilgili söylenmesi gereken; olabilecek en güzel dakikada yenilmiş bir gol vardı; tur geri döndürülebilecek kadar zaman vardı. Ancak senaryo bunun üzerine kurgulanmamıştı.
Büyük umutlarla transfer edilen oyuncuların bu kadar kolay ve çabuk sakatlanmaları çok önemli bir sorundur.
Yenilen gol bence Fenerbahçe’nin bu sezon üzerinde en fazla düşünmesi gereken sorundur. Böyle goller yenildiği sürece nasıl oynuyor olduğunuz çok önemli değildir. Bu golde takım halince büyük bir zafiyet vardır ve top orta alanda kaptırıldığı andan itibaren gole dönüşeceği hissedilmektedir ki en kötü tarafı da budur.
Fenerbahçe, Gaziantepspor maçına çıktığı kadro ile shadaydı ama aynı taktik, diziliş ve sistemle oynayamadı; Spartak Moskova izin vermedi.
Fenerbahçe 2006’dan bu yana maalesef final maçlarını kazanamıyor. Önceden de kazanamıyordu ama o zamanlar her şey bambaşka bir seviyedeydi.
Fenerbahçe için hala her şey yeni başlıyor. Tekrarlar bunun ispatıdır. Çok bilindik temel bilim yasasının içeriğini biraz değiştirelim; var olan birçok şey kolaylıkla yok edilebilirken hiçbir şey yoktan var olmuyor.
Hangi tercihi yapacağınız çok önemlidir; yok etme tarafında mı duracaksınız yoksa bir şeyleri yeniden yapma mı?
http://twitter.com/uzaygokerman