Hemen şu tespiti yaparak başlayalım; Fenerbahçe iyi oynamıyor ancak üst düzeyde mücadele ediyor.
Karşılaşmanın son bölümünde Başakşehir’in geliştirdiği çok tehlikeli bir pozisyonda Markoviç’in geriye koşuşu takımın genel ruh halini özetler nitelikteydi.
Fenerbahçe öncelikle takım olmaya çalışıyor. Hemen herkes forma peşinde; kimse oyunun dışında, yedek kalmaktan hoşnut değil. Bu nedenle zaman zaman gereksiz hareketler tepkiler koyuyor.
Diego’nun son bir hafta içinde Gaziantapspor ve Celtic karşısında yaptıklarını bu kapsamda değerlendirebiliriz.
Fernandao’nun dışarı çıkarken o gönülsüz, isteksiz tavrına bağlı yavaş hareketleri de…
O an muhtemelen futbolcunun kafasında tek bir şey var, işini yapamamış olmanın verdiği yarım kalmışlık; bu nedenle kenara gelmek istemiyor. Tabii bir şeyi unutuyor, onun beklediği her saniye Fenerbahçe’nin zamanından gidiyor ve taraftarın buna en ufak sabrı bile yok!
İşte kritik durum da burada düğümleniyor.
Fenerbahçe taraftarı özellikle karşılaşmaların 60. dakikasından itibaren, eğer maç berabere de devam ediyorsa bazı futbolcuların üzerine kâbus gibi çöküyor.
En ufak yanlışa, hataya tahammül göstermiyor.
Sadece homurdanma olsa yine iyi ıslık, belki yuhalama gencecik bedenlerin ayaklarını titretiyor, işlerini yapamaz hale getiriyor.
Oysa bu stadyumun varoluş nedeni takımın taraftarıyla buluşması, vuslatı değil mi, o sarı lacivert renkli çubuklu formayı giyen her kimse en basit hareketi yapamasa da en yüksek toleransı hak etmiyor mu?
Başakşehir, bu ligin en dirençli ve takım gibi takımlardan biri; mesela Fenerbahçe’ye göre çok daha takım olduğuna şüphe yok!
Fenerbahçe’yse son iki doksan dakikasını onar kişilik performanslarla tamamlamıştı.
Zor geçeceği daha başlama vuruşundan önce malum bir maça çıktı Fenerbahçe ve öyle de oldu.
Pazar ve Perşembe akşamları puan ve tur kayıplarına neden olacak hatalara sebebiyet veren Diego belli ki Pereira tarafından kulübeye çekilmişti. Yerine oynayan Ozan Tufan ile başka bir taktik ile sahada mücadele verileceği de malumdu.
Ozan Tufan daha fazla sahada kalmayı hak ediyor. Belki daha iyi oynamıyor ancak hem Fenerbahçe’nin Ozan’a hem de Ozan’ın Fenerbahçe’ye vereceği katacağı çok şey olmalıdır.
Souza’nın attığı ve doğal olarak en az beş metre ofsaytta durduğu için sayılmayan gol öncesinde hangi futbol aklıyla o topa Fernandao’dan önce topa vurduğu gerçekten merak konusuydu.
İşte iyi futbol ile mücadele etmek arasındaki o ince nüans burada ortaya çıkıyor; akıl!
Akıl saha dışına çıktığında, acelecilik, telaş ve gereksiz bir efor devreye giriyor.
Ne zaman sakin kalıp, bilinçli ve organize oyun ön plana çıkıyor işte o zaman etkili, sonuca dönük futbol izlemeye başlıyoruz.
İlk yarı bitmeden Kjaer’in yaptığı kafa vuruşu, Diego’nun kale yerine başka yöne giden şutu, Gökhan Gönül’ün gole dönüşemeyen çok müsait pozisyonlarında olmayan şey belki de buydu.
Böyle maçlarda “gitti de gitti” dedirtmeyen futbolcular devreye girer ki o oyuncu bu sezon genellikle Nani oluyor.
İlk yarı kalecinin üzerinde aşırttığı zayıf vuruşun daha çizgiye bile varmadan çıkarılacağı o kadar belliydi ki heyecan bile yaratmadı.
Ancak Başakşehir’in ceza sahasının köşesinden başlayan, vücut çalımıyla Uğur’u oyundan düşürdükten sonra vuracakmış gibi yapıp, bir oyuncuyu daha devre dışı bırakınca artık bu pozisyonun kader anına dönüşeceği belli olmuştu.
“Akıllı futbolcunun hali başka oluyor” dedirtecek türden bir başka hareket de Persie tarafından yapılacak, Nani’nin tam üzerine gelen şutunu başını eğerek kaleye girmesini sağlayacaktı.
O top Persie’ye çarpıp kaleye girse maçta ikinci ofsayt golü atılmış olacak ve biz de “bu kariyere sahip bir futbolcu nasıl böyle basit hata yapar” diye yorum yapıyor olurduk.
Ancak Souza’yı Persie’den ayıran tam da bu oluyor işte!
Fenerbahçe iyi futbol oynamıyor dedik, sonuna kadar mücadele etmesinden konuştuk, saha içinde ayakla aklı bir araya getirmede senkronizasyon sorunu yaşadığını ifade ettik, futbolcuların bu nedenle zaman zaman gereksiz hareketler yaptıklarını yazdık, bütün bunların üzerine taraftarın sabırsızlığını ekledik…
Fenerbahçe’nin sorunları ne, diye soran olursa, en kestirmeden verilecek cevap bu olur herhalde?
Lig uzun bir maraton ve bu saydığımız şeyler aslında genel anlamlarda tüm takımların aşmak için uğraş verdikleri gerçekler; kuşkusuz zaten bunlar çözülürse kimse o takımı tutamaz ve uzak ara alır götürür, bize de yazacak bir şey bırakmaz.
Bütün bu sorunları kim çözecek?
Endüstrileşmiş, bu kadar karmaşıklaşmış bir olguyu tek bir adamın üzerine bırakmak, yüklemek ne kadar doğrudur?
Pereira’nın görevi evet takım yaratmak ancak sonuç itibarıyla herkesin de taşın altına elini koyması gerekiyor.
Pereira’nın eleştirilecek tarafı yok mu?
Buna tebessüm ederek cevap vermek en iyisi olacaktır.
Portekizli hocanın da kenarda bu kadar heyecanlanmaması gerekiyor; hele Cüneyt Çakır’a sarılmak da neyin nesi oluyor, bunu anlamak çok kolay değil.
Cüneyt Çakır’ın tüm dünyada başarılı bir hakem olması ayrıdır, o hakemlik serüvenindeki yolculuğunda özellikle Fenerbahçe duraklarında neler yaptığı bambaşka ayrıntılardır.
Taç atışı yapmak için giderken üzerine gelen toptan kaçtığı için Gökhan Gönül’ü gözünü kırpmadan kırmızı kartla dışarı göndermekten geri durmayan Cüneyt Çakır’a Kadıköy’de neden sarılmayacağını birinin elbette kendisine anlatması gerekiyor.
http://twitter.com/uzaygokerman