Normal sezonda oynanan iki karşılaşma bu maçın saha içindeki psikolojik temel belirleyici özelliği oldu.
Galatasaray her iki karşılaşmada da rakibine önemli bir üstünlük sağlarken attığı kolay golleri, sahadan yenilgisiz ayrılmasıyla sanki bu maçı da rahat kazanacakmış duygusunu hem taraftarına hem de kendisine inandırdı.
Sezonun belki de en önemli üçüncü eşleşmesinde de görüntü değişmedi. Fenerbahçe kontrollü oynayarak rakibinin ataklarına direnmeye çalışırken; Galatasaray sahanın her noktasında yaptığı baskı ile Fenerbahçe’ye olan üstünlüğünü hissettirdi.
Galatasaray zaten bu şekilde oynadığı sürece bir şekilde golü bulup, farka gidecekti…
Öyle ki Galatasaray taraftarı da bir an önce gelecek gollerin sabırsızlığıyla rakibin Fenerbahçe olduğunu unutarak o çok önemli olan deplasman duygusunu yaşattıracak etkinliği kurmaktan uzaktı.
Fenerbahçe bu psikolojinin ne olduğunu çok iyi biliyor. Çünkü yaşayarak öğrendi. 2006 ve 2010 yıllarında böylesi bir ruh hali içinde kaçırdı şampiyonlukları.
Sadece iyi futbol oynamanız, rakibinize karşı büyük taktiksel üstünlük kurmanız yetmiyor.
Fatih Terim 2000 yılında ceza sahasına bile giremeyen bu rakibine yenilmiş ve iyi bir ders almıştı. Dün de Fenerbahçe’nin rakip ceza alanı içinde kaç defa topla buluşmuş olduğu ortada; hiç korner atışı kullanamamış bir takıma yenilip 12 yıl önce yaşadığınız filmi bir kere daha izliyorsanız burada şanssızlıktan öte bir takım futbol gerçeklerini de konuşmanız gerekir.
Bu sezon Fenerbahçe’nin kaleye attığı isabetli şut oranı diğer rakiplerine göre daha iyiydi. Hatta Fenerbahçe zorlandığı birçok karşılaşmayı ceza sahasının dışından attığı düzgün ve isabetli şutlarla kazanmıştı.
Demek ki Fenerbahçe’nin ceza sahasının dışında tutulması tek başına yeterli önlem değildi; olamazdı.
Hatta yine bu sezon özelinde konuşmak gerekirse Fenerbahçe’nin köşe vuruşlarında istenilen verimliliği yakalayamadığını görüyorsunuz.
Burada sürekli hep bir şeyi konuştuk; Fenerbahçe gol atana kadar taraftarını çatlatan bir güç harcıyor. Yediği gibi atamıyor; pozisyon sıkıntısı çekiyordu.
Ama girdiği her pozisyonda da etkili bir gol vuruşu üretebiliyordu.
Bütün bunlar dün Arena’da Fenerbahçe’nin avantajına dönüşüverdi.
Bunun bir Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti ve Fenerbahçe’nin rakibine karşı psikolojik olarak daha rahat olması girdiği pozisyonları değerlendirme becerisini arttırdı.
Şu ana kadar söz ettiğimiz bütün detayları 68. dakikada Selçuk İnan’ın eşitliği sağlayan golünden Fenerbahçe’nin tekrar öne geçtiği 80. dakikaya kadar çok hızlandırılmış bir şekilde ve çok daha yoğun yaşadık.
Peş peşe kaçan fırsatlar futbolu yakından takip edenlerin çok bildiği bir şeye dönüşüyordu ve bunu her iki taraf da çok net ve derinden hissetmişti.
Volkan’ın kalesinde geçit vermeyen direnişi, bu karşılaşmada daha fazla gol yemeyeceğinin mesajıydı.
Elmander, Necati ve Aydın Yılmaz’ın kaçırdıkları inanılması güç pozisyonlar da bu üç oyuncunun bu maçta ne yaparsa yapsın gol atamayacaklarının yorumuydu.
Şanssız bir şekilde sakatlanarak oyundan çıkan Sow ve Alex’in yerlerine oyuna giren Bienvenu ve Stoch’un ileride bu maçın kaderini değiştirecek bir şey yapabileceği de futbolun bizim bildiğimiz genel Fenerbahçe-Galatasaray rekabetine uyan ve hiçbir şekilde değiştirilemeyen kuralıydı.
Bu maçla ilgili olarak “sahada oynadığımızın karşılığını alamadık” türden yorum yapmak genel derbi geleneği içinde fazlasıyla anlamsız bir konuşma olacaktır.
Çünkü eğer bu geleneği unutursanız, görmezden gelir veya önemsemezseniz bu durumda da kader her on senede bir gelir ve size o gerçeği hatırlatıverir.
Bu neydi, şimdi, diyenlere derbi cevabını en iyi şekilde veriyor.
Sahada mücadele eden bir iki istisna futbolcuyu saymazsak birbirleriyle sarmaş dolaş gülerek mücadele eden futbolcuların görüntüsü kelimenin tam anlamıyla içimizi ısıttı.
Bu Elmander-Bekir özelinde çok güzel bir fotoğraf karesine dönüştü ki mutlak surette bir fair play ödülü ile karşılığı verilmelidir.
Fenerbahçe bu galibiyetle Galatasaray’ın elinde duran avantajı eşitlemiş oldu. Bundan sonrası artık Fenerbahçeli futbolculara kaldı.
Ne kadar ilginç bir sezon değil mi?