Fatih Terim, Galatasaray’ın başına II. geçişinde kulübün bugünlere kadar uzanan önemli bir borcun içine girmesine neden olan transfer politikası benimsemiş ve uygulamıştı.
O tarihlerdeki Galatasaray son üç yıldakinden farklı değildi; belki gerçekten de transfere ihtiyaç duyuluyordu.
Ancak Fatih Terim’i farklı kılan özellik genç milli takımın başından itibaren yetiştirdiği gençleri A kategorisindeki takımlara kazandırmasıydı. Bu sadece genç olması gerekmiyordu; Suat Kaya, Okan Buruk gibi (hatta oynu yavaşlatıyor diye çok eleştirilen Tugay Kerimoğlu'nu da bu kategoriye ekleyebiliriz) Galatasaray’dan gönderilmesine mutlak gözle bakılan oyuncuların yeniden takıma kazandırılması da örneklendirilebilirdi.
Emre Belözoğlu’da o jenerasyonunun içinden gelen önemli bir oyuncudur. Onun futbolculuk karakterinin o günlerde şekillendiğini söyleyebiliyoruz ve kendisiyle ilgili yazımızı bir kere daha erteliyoruz.
Fatih Terim’in II. gelişinde takıma kazandırdığı en parlak genç Sabri oldu. Sabri, 2002’de giydiği formayı tam on yıl taşıdı; bu sezon yine Fatih Terim’in döneminde yedek sandalyesine oturdu.
II. dönem büyük bir fiyaskoya dönüşmüştü. Büyük bir ihtimalle bugünkü başarısına baktığında o iki seneyi hatırlamak bile istemiyordur.
Fatih Terim geleceğin milli takımını kurmak üzere 2005’te Ersun Yanal’dan koltuğu devraldığında, Ersun Yanal’ın başlattığı şeyi durdurup; son on yılda gelişiminde etkisi olmuş oyuncularla yolunu çizmeyi seçti.
Oysa bugün çok büyük bir acemilikle işe başlayan Abdullah Avcı’dan çok daha kudretli gücü, etkisi ve zamanı vardı.
Yepyeni bir takım ortaya çıkarabilir; 2010’da enkaza dönüşmüş ve tükenmiş olandan daha başarılı bir jenerasyonumuz olabilirdi.
Bu sezon başında Galatasaray’ın III. kez başına geçme kararı alıp, transferler başladığında “acaba 2002’deki süreç yeniden mi yaşanacak” diye sormadan edememiştim.
Mesele sadece transfer yapmak değildi. Bir takım yaratmak ve o takım içine birkaç tane geleceğin takımının omurgasını oluşturacak genç oyuncu da ekleyebilmek gerekiyordu.
Barselona modelinin köklü hale gelmesinin nedeni altyapı ile A takım arasında güçlü bir bağ kurulmasıdır. Aynı şeyi Manchester United’ta Ferguson da yapıyor. Kimsenin yüzüne bakmayacağı adamları alıp, takımın içinde yıllarca oynatıyor.
Fatih Terim’in bu sezon oldukça şanslı olduğunu söylemeliyiz. Elmander, Selçuk İnan, Melo, Riera, Eboué, Ujfalusi birbirleriyle hemen uyum sağlayabilen ve futbol oynamaya aç futbolcular olarak takıma sahip çıktılar. Muslera zaten iyi bir kaleci olduğunu yazın Amerika'daki turnuvada ispat etti.
Engin Baytar, tam Fatih Terim’in sevdiği karakterde bir oyuncu yapısına sahipti; Trabzonspor’un ilginç bir şekilde serbest bırakmasıyla bir anda maden bulmuş oldu.
Sezon ortasında, Galatasaray’dan kişisel bir anlaşmazlık nedeniyle gitmiş, Necati Ateş’in tekrardan geri dönüşü çok önemli bir hamle oldu. Necati kaldığı yerden devam etmekle kalmıyor; belki de ikinci kez doğuyor.
Bu oyuncuların uyumu Fatih Terim’in eline bir koz verdi ve Semih ile Emre’ye forma verip sahaya sürdü. Bu oyuncular düzenli çalışan takımın içinde hiç sırıtmadan dişlilerin dönmesine yardımcı oldu.
Emre’nin yeteneğini biliyorduk ama Semih’in oynadığı pozisyon itibarıyla ne yapacağı, nasıl oynayacağı merak konusuydu. Gerçi bu pozisyonlardaki başarı Avrupa maçlarıyla kıyaslanıyor ama ligimiz ölçeğinde Semih’in başarısının hakkını teslim edebiliriz.
Şimdi Aydın Yılmaz’ı ısıtıyor. Dün Sivas’ta oyuna sonradan girip golünü attı. Golünü attıktan sonra topla hareketi değişti; güven geldi. Önümüzdeki günlerde güven duygusu geliştikçe futbolunun da nasıl oturtacağını beraber izleyeceğiz.
Fatih Terim yeni bir jenerasyon yetiştiriyor; takımlardaki kalıcı başarılar belli bir omurganın üzerine inşa edilir, anlayışıyla hareket ediyor.
Açıkçası futbolun güzel tarafları bunlar.
Tekrardan futbol konuşabilmek için şu içinde bulunduğumuz kaotik, karanlık ve operasyonel sürecinin bir an önce tamamlanması gerekiyor.
http://twitter.com/uzaygokerman