Geçen sene tam da bu zamanlarda yeni çıkmış “3 Temmuz ve Fenerbahçe İdeolojisi” kitabımı kendisine vermek hem de tanışıp sohbet etmek bahanesiyle Aykut Kocaman’ı ziyarete Samandıra’ya gitmiştim.
Üzerinde 3 senenin yorgunluğunu görmekle birlikte takım üzerindeki tam hakimiyetini, sportif anlamdaki kontrolünü ve neyi nasıl yapacağına dair özgüvene sahip olduğunu fark etmiştim. Bu zaten Kupa finalinde kendisini göstermiş, net, üstün bir oyunla Trabzonspor’u yenerek sonuca ulaşılmıştı.
Özetlemek gerekirse; geçen sezon toplamda 64 maç yapmış, taktiksel sistemi oturmuş, kadroda belli bir istikrar yakalamış, ne yapacağını bilen ve 90 dakika boyunca oyunu istediği gibi oynamasını becerebilen bir takım vardı ortada.
Kuşkusuz yeni sezonda yapılacak yeni transferlerle Aykut Kocaman dördüncü sezonununda çok daha kalıcı işler yapacak bir potansiyeli içinde barındırıyordu.
Ancak olmadı. Ani bir kararla, ki yaptığımız görüşmede sanki bırakabileceğinin sinyallerini de vermişti, Aykut Hoca görevi bıraktı.
Yönetimin elinde farklı alternatifler vardı.
Diğer tarafta da yaşanmış tecrübeler de bulunuyordu.
Örneğin Aragones gibi bir teknik direktör bulup, takımın bütün havasını, oyun düzenini değiştirmek mümkündü.
2004 yılında Daum’un kurduğu kadro ve sistem, Zico ile değiştirilmek istenmiş ancak kısa bir süre sonra Daum sistemine geri dönülmüştü.
Aykut Kocaman’ın ilk sezonunun sonuna kadar yani 2004-2011 yılları arasında, Aragones’in olduğu yıl hariç olmak üzere (hatta 2011-12’yi de dahil edebiliriz) Fenerbahçe genel anlamda kadro standardı belli, birbirine yakın oyun düzeniyle oynadı.
Aykut Kocaman, 2012-13 sezonunda Webo’nun da takıma katılmasıyla birlikte ilk defa 4-3-3 veya ona dönüşebilecek dizilişle takımı oynatmaya başladı.
Onun bıraktığı yerden sil baştan yeniden başlamak mı yoksa devam etmek mi?
Sanırım geçtiğimiz sezon başında Ersun Yanal ile yapılan bir aylık flörtte bu konu düşünülmüş tartışılmış olmalıdır.
Fenerbahçe, Galatasaray’ın Mancini ile yapmaya çalıştığı şeyi denese bu maceranın sonu nerelerde tamamlanırdı, bilinmez olacaktı.
Ersun Yanal olabilecek en doğru pragmatik karar oldu.
Fenerbahçe’nin iç yapısını da çok iyi bilen Ersun Yanal macera aramak yerine kadro iskeletini korumak şartıyla takımın oyun hızı ve kurgusunda yaptığı değişiklikle fark yaratmak istedi.
Ersun Yanal’ın en önemli başarısı ve katkısı Fenerbahçe’nin yıllardır bir türlü çözüm üretemediği maç seçme, ligin dibindeki takımlara karşı puan kaybetme alışkanlığı ve hatta hastalığını tedevi etmesi, büyük maçlardaki puan kayıplarına karşın diğerlerini kazanarak fark yaratmasıydı.
Aykut Kocaman’ın sakin, durarak, statik oyun anlayışının yerine, yüklenen kondisyonunun da yardımıyla dinamik oyun karakterini yerleştirdi.
Öyle ki; geçtiğimiz sezona kadar herhangi Fenerbahçe atağında rakip ceza alanında en fazla üç Fenerbahçeli oyuncu bulundurma standardı varken, bu sezon öyle maçlar oynandı ki rahip savunma oyuncularından bile fazla sayıda Fenerbahçeli ceza sahasında gol arıyordu.
Kuşkusuz bu özellikle büyük maç standardındaki eşleşmelerde netice vermedi.
Arsenal maçları hayal kırıklığıydı.
3-2 biten Konyaspor, 3-3’lük Beşiktaş maçları taktiğin geri döndüğü pratikler oldu.
Karabükspor ve Eskişehirspor maçlarındaki kayıplar da bu sınıflandırmanın içine alınabilir. Kaybedilmiş Sivasspor maçını bu kategorinin dışında bir yerde tutmak gerekiyor. Çünkü o maçta çok önemli hakem hataları oldu.
Pasın geri planda kaldığı, acele ve telaş futbolu dediğimiz şey iki ucu sivri mızrak gibiydi. Evet, kadro yapısı itibarıyla Fenerbahçe’nin altında kalan takımlara çok net üstünlük kuruldu; hatta son dakika golleri bu kurgunun sonuçlarına bağlanmalıdır.
Fenerbahçe baskısını ve üstünlüğünü rakibine kabul ettirdiği ölçüde sonuç alabiliyordu ancak rakip taktiksel anlamda Fenerbahçe’yi kilitleyip, hızlı adamlarıyla ileri çıktığında bu sefer Fenerbahçe kalesinde zor anlar yaşıyordu.
Bu kurgu, sistem, kadro ligimize çok fazla geldi. Fenerbahçe daha ligin ilk yarısında şampiyon olmuş gibiydi, sezonun sonunu getirmişti.
Bu sistemin Caner Erkin gibi çok etkili bir sol kanat hücum savunma oyuncusu üretmesi Ersun Yanal’ın bir başka önemli başarısıydı.
Caner sadece etkili bindirmeler yapmadı; olağanüstü derecede yüksek gol pası üretti.
Fenerbahçe’nin ve Ersun Yanal’ın en büyük şansı da geçen sezon kadrosunda Caner Erkin gibi bir oyuncu olmasıydı.
Ersun Yanal’ın geride, kanatlarda ve ileride kurguladığı başarılı takım yerleşimini orta alanda bir türlü oturtamadı.
Başlarda Alper Potuk’un bile bu takıma girip girmeyeceği tartışmalıydı; ancak Alper oynadıkça fark yaratan oyuncu oldu. Ancak Alper’deki tercih istikrarını Salih Uçan’da devam ettirmemiş olması önemli bir detaydır.
Çünkü Fenerbahçe artık pas yapmayan bir takım görüntüsüne bürünüyor. Bunu dengelemek adına orta sahanın güçlenmesi ve daha yaratıcı futbolculardan kurulması önemlidir.
Fenerbahçe’nin oturmuş yapısının artık yeni ve genç oyuncularla revize edilmesi gerektiği ihtiyacı Ersun Yanal’ın önümüzdeki sezon en önemli işi olacaktır.
Daum’la başlayıp, kısman Zico ile devam eden, ancak Aykut Kocaman’la kalıcı ve kurumsallaşmaya başlayan istikrar, Ersun Yanal ile çok daha gelişip, güçlenebilir.
Fenerbahçe’nin rakiplerine göre bu anlamda büyük bir avantajı vardır.
http://twitter.com/uzaygokerman