Pazar günü bir arkadaşımın hastanede yatan annesini ziyaret için karşıya geçiyorduk. Yolda giderken radyoda TRT-3’ü dinlemeyi tercih etmiştik. Program bilinen aşk aryaları üzerineydi. Programı sunan her arya öncesinde parçanın hikâyesini, nasıl yazıldığını ve hatta sözlerini okuyordu. Böylece aryanın hem neyi anlattığını anlıyor hem de hangi duygularla dile getiriliyor olduğunu öğreniyordunuz.
TRT-3 FM 88.2 bütün gençliğimize eşlik eden hem kaliteli müzik dinlememizi hem de müziği anlamamızı, tanımamızı sağlayan çok önemli bir kaynaktı. Müzikle ilgili tüm altyapımın bu kaynak sayesinde geliştiğini söylersem ne abartmış ne de yanlış bir şey yapmış olurum.
Bir taraftan dinlerken diğer yandan da program üzerine konuştuk eşimle; mesele sadece programın işgal ettiği o saatin kuru bir şekilde geçiştirilmesi değildi. Hem bilgilendirmek, hem bilinçlendirmek hem müzikal ruhun nasıl ve ne şekilde yaratıldığına dair estetik bir sunum yapmaktı.
Maalesef ülkemiz bu değerlerini uzun zamandan beri yitiriyor.
Nicelik bakımından ortamın çok çeşitleniyor olduğunu hemen fark ediyorsunuz, kaynaklar giderek daha da artıyor ancak bu niteliksel anlamda bir ilerleme, gelişime dönüşmüyor. Hatta niceliğin çoğalması niteliğin değerini yitirmesinin önünde büyük bir engel haline geliyor.
Daha sığ, kalitesiz, gerçeği en yalın, çıplak ve çarpık haliyle sunma alışkanlığı insanların zihin ve düşünme süreçlerini de belirleyen şeye dönüşüyor.
Estetik kaygının yitirilmesi, hatta seviyesizliğin, olduğu gibi konuşmanın, sokak ağzının yazma, konuşma dünyasına egemen hale gelmesi netice olarak insanların birbirlerini dinleme kaygısını da ortadan kaldırıyor.
Bu seviyesizlik gazetelerin köşelerinde, televizyon ekranlarında daha fazla kabul görüp boy göstermeye başlıyor.
“İnsanımız bunu seviyor, bundan anlıyor ve istiyor” popülizmi kendisini her yerde egemen düşünme biçimi olarak kabul ettiriyor.
“İnsanımıza daha iyisini sundun da onlar bunu kabul mü etmedi?” sorusunu soran ya da düşünen yok!
Bu nedenle sunulan her şey çöp olmaya, kısa sürede tüketilip ortadan kaldırılmaya daha üretilirken dönüşüyor.
Derinlik, düşünce, felsefe içermeyen bu ürünlerin sahipleri tutarlılık ve devamlılık kaygısı da gütmüyorlar.
Bugün savunduğunu yarın kolaylıkla yalanlayabilmekte, yok sayabilmektedir.
Kimse de çıkıp “yahu sen dün böyle diyordun, bugün nasıl oluyor da bunun tam tersini savunabiliyorsun?” demediğinden oportünist tutum kalıcılaşmaktadır.
Bütün bunlar karşılıklı olarak sporda, sanatta, politikada birbirini belirleyen süreçlere dönüşmektedir.
Artık tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan paradoksunun içinde kimin neyi belirlediğinin bilinemeyeceği bir yerdeyizdir.
Çöplük ve lağım kokan bir sefilliktir, farkında olmadan yaşamaya çalıştığımız dünya.
En kötüsü de bu sefaletin içinde düzgün durmaya çalışanların ya diğerleriyle aynı yere koyulmaya çalışılması ya hak ettiği değerinin hiç verilmemesi ya da yokmuş gibi davranılmasıdır.
Siz daha değersize, kalitesize, seviyesizliğe, pornografik çıplaklığa, çarpıklığa, yalana, sığlığa, oportünizme, pragmatizme, popülizme daha fazla yer, önem, mekân, ortam sağlayıp, onların daha fazla gelişip, güçlenmesine hizmet ettikçe buraları daha da çirkinleşecektir.
Soracağınız soru şu olacaktır; bugün sahnede kimler var, kimler kime ne şekilde imkân sağlıyor, ödüllendiriyor ve bu ortamın sonunda bize nasıl bir dünya, ürün sunuluyor? Ben bunun sonuçlarından memnun muyum?
Etrafınızdaki herkesi teker teker sıralayıp, hepsinin ne tür bir işleve sahip olduğunu test etmelisiniz
Size ne veriyor, ne düşünmenizi istiyor ve neye hizmet edip, katkı sağlıyor?
Hiç unutmayın maddi ortamın kendisi düşünceleri ve düşünceler de daha sonra da maddi ortamın kendisini belirleyecektir!
Maddi ortamı değiştirmek istiyorsanız düşünceleri, o düşünceleri yaratanları değiştirin, yenilerini talep edin ki maddi ortam da değişsin.
Karar size aittir.
Hepinize!
Evet, senin için de geçerli bu, etrafa bakma!
Okuyucu, sunucu, yorumcu, haberci, gazeteci, editör, yayıncı…
Üzerine alın diye söylüyorum.
http://twitter.com/uzaygokerman