Geçen haftaki yazılarımda Fenerbahçe’nin çeşitli şekillerde mücadele içinde olduğu düşünülen veya varsayılan iki model üzerinde tartışmıştık.
İlki cismen bir kimliği bulunmayan ve Fenerbahçe’yi ele geçirme amacı taşıdığı iddia edilen Cemaat’ti, ikincisi de ezeli rakibi Galatasaray.
Fenerbahçe temelde zaten kuruluşundan kaynaklanan sebepler yüzünden her ikisinden de farklı bir yerde duruyor.
Köklerini toplumun çeşitli katmanlarına kadar ulaştırabiliyor. Bugün Fenerbahçe kongresi üyeleri arasında bir araştırma yapılsa o sınıfsal çeşitlilik görülebilir.
Bu bakımdan toplumun her kesimine çok yakın durabildiği gibi tersi de geçerlidir.
Çeşitlilik aynı zamanda çokseslilik sağlıyor.
Ancak bu çok sesliliğin uzun yıllar yararlı bir iş yapabilme gücüne dönüştürülemediğini gördük, yaşadık, şahit olduk.
Hatta çok uzun yıllar süren küskünlükler, kişisel çıkar çatışmaları, kavgalar yaşandı.
Bu da ister istemez bölünmelere yol açtı; Fenerbahçe’nin istikrar içinde gelişim, dönüşüm ve ilerlemesinin önünde engel oldu.
İstikrar belli bir program çerçevesinde yıllara sari gelişimle sağlanabilirdi; Fenerbahçe adı aynı zamanda olağanüstü genel kurullarla anıldığı için üst üste iki dönem aynı başkan veya yönetim kurulunu görmek mümkün olamadı.
Fenerbahçe’nin 1980 ile 2000 yılları arasındaki döneme damgasını vurmuş isimlerden Ali Şen’in toplamda 5 yıl başkanlık yapmadığını görüyoruz. Yapabildiği sadece iki şampiyonluk kazandırmak olmuştur. Her iki dönem başkanlığını da benzer nedenler yüzünden bırakmıştır; sportif başarısızlık ve kendi isminin yıpranma ihtimali.
Belki de o iki şampiyonluk için yaptığı popülizm Fenerbahçe’ye çok daha büyük zarar vermiştir.
Fenerbahçe bu süreçte taraftarının yarısını başka kulüplere kaptırmıştır.
2000’li yıllar ve Aziz Yıldırım başkanlığı süresinin Fenerbahçe için ne anlam ifade ediyor olduğunu artık 6-7 yaşındaki çocuklar bile biliyor.
Bu nedenle tekrara gerek yok.
Fenerbahçe bu süreci yönetimsel olarak bir istikrar, gelişim, dönüşüm, kalkınma ve ilerleme dönemi olarak yaşadı.
Tüm altyapısal hamlelerini tamamladı.
Daha önceki yazılarımda bu süreç ve dönemin Fenerbahçelilerin bilinci ve düşünsel yapısı üzerindeki etkilerini de ortaya koymaya çalışmıştım.
Neydi bu; maddi ortam insanların düşünme tarzını şekillendirmede belirleyicidir.
O düşünme şekli 3 Temmuz darbesine direniyor bugün; yoksa Aziz Yıldırım öncesindeki dönemlerden birinde yaşıyor olsaydık bu operasyon çoktan başarıyla sonuçlandırılmış olurdu.
Kongre’de oybirliği ile alınan kararlar, başkan ve yönetim seçimleri bu gücün sandığa yansımasıdır.
Önceki seçimlerde muhalefet olarak farklı bir ses çıkarmak isteyenler bu süreçte susmak zorunda kalmışlardır.
Doğrusu da budur.
Bu; muhalefetin, farklı seslerin veya düşüncelerin yok edilmesi şeklinde algılanmamalıdır. Muhalefet, farklı, karşıt düşünceler aynı zamanda gelişim, dönüşüm ve ilerlemenin bir parçasıdır.
Ancak bugün Fenerbahçe’nin karşısında 3 Temmuz Darbesi gibi büyük bir muhalif güç varken kurumsal olarak da bölünmenin anlamsız olduğu ortadadır.
Peki, bu mevcut durum yeterli midir?
Az önce maddi ortamın insanların düşünceleri üzerindeki dönüştürücü etkisinden söz ettik; düşünceler belli bir olgunluğa ulaştıklarında aynı zamanda maddi bir güce dönüşürler. Bu ilişkiyi çalıştırabildiğiniz sürece gelişim, dönüşüm, ilerleme ve istikrarın motor gücünü, enerji kaynağını yaratmış olursunuz.
Bir Fenerbahçe modelinden söz edebilmemiz için topluma da örnek olacak eksik parçaları tamamlamak gerekiyor.
Bu model Fenerbahçe’yi dışarıdan gelecek her türlü tehdit ve müdahaleye karşı koruyacağı gibi kendi kendisinin sürekliliğini, büyümesini sağlayacak enerji kaynağını da içinde barındıracaktır.
Yapılması gereken ilk adım da bugün dağınık bir şekilde bir arada durmaya çalışan düşünselliği bir araya getirecek kurumsal yapı dönüşümünün başlatılmasıdır.
Sonra…