Beşiktaş bu sezon ik travmatik maç oynadı.
İlk seyirci rekoru kırmayı amaçladığı Olimpiyat Stadyumu’nda Galatasaray, ikincisi Kasımpaşa kaşılaşmalarıydı.
Her ikisini de kaybetti ve her iki maçta da sahaya taraftar girdi; birinde kitlesel, diğerinde bireysel hareket gördük.
Ve Siyah-Beyazlılar bu durumdan fazlasıyla etkilendiler.
Biraz tarih konuşalım, sonra buraya tekrar döneceğiz.
Beşiktaş özellikle Süleyman Seba sonrası dönemde tam bir kaotik süreç içine girdi. Efsane Başkan Beşiktaş’ın tarihi misyonunu çok iyi bildiğinden Kulübü kendi iç dinamikleriyle ve başarıyla yönetti; milenyuma getirdi ve teslim etti.
Yapamadığı tek bir şey vardı bu bilgiyi, kültürü, yönetim anlayışını taşıyacak bir yönetim sistemi, modeli kuramadı. Bu onun görevi miydi ya da onun başkan olduğu tarihte böylesine önemli olduğunun farkında mıydı elbette tartışmaya açıktır. Yapamadıklarını onun başarısızlığı olarak göstermek doğru değildir.
Beşiktaş 1980’li yıllarda başlattığı ve 1990’lı yılların ortalarına kadar süren yeniden yapılanma hamlesini 1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başında o dönemin koşullarına göre revize edebilseydi muhtemelen bugün başka bir şey konuşuyor olurduk.
1990’lı yıllardaki Galatasaray hegemonyası kuşkusuz Fenerbahçe’yi olduğu kadar Beşiktaş’ı da etkilemiştir.
Ancak Fenerbahçe bu sefalet döneminden Aziz Yıldırım’la gelişim, dönüşüm hamlesini başlatırken Beşiktaş kendi öz değerlerinden farklı bir yöntemle Galatasaray veya Fenerbahçe gibi olabilme hevesine kapılmıştır.
2000’li yılların başlarında Beşiktaş’ın hala çok güçlü bir altyapısı varken bu kullanılamadı, değerlendirilemedi.
Galatasaray ve özellikle Fenerbahçe’nin bıraktığı futbolcuların peşine düşülerek bunlardan bir değer üretilmeye çalışıldı. Çünkü hep ezeli rakiplerinin futbolcuları gözünde büyüdü, yıldızlaştı.
Bugün Beşiktaşlı olan jenerasyonun büyük bölümü Beşiktaş’ın Türkiye’yi kasıp kavurduğu döneme ait çocuk ve gençlerden oluşmaktadır; özellikle 1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların hemen başlarında altyapıda aynen ağabeyleri gibi olmak için yanıp tutuşan bir kuşak vardı.
Günümüzde özellikle Süper Lig’teki Beşiktaşlı teknik adam sayısının fazla olması bir tesadüf değil bir gerçekliğin sonucudur.
Bu teknik adamların büyük bölümünü 2000’li yıllarda kendi eleğinden geçirecek ve kelimenin tam anlamıyla değirmeninde öğütecektir.
Sonuç?
Gelinen noktadır.
Altından kalkılması çok da mümkün görünmeyen bir borç yükü, altyapısızlık, stadyumsuzluk vs. Vs. Vs...
Beşiktaş, İnönü Stadyumu’nu bundan dört beş sene önce yenilme şansı yakalamışken, ortada Fenerbahçe’nin stadyum yenileme modeli varken, her şey bir tarafa İngiltere’de benzer örnekler varken bunu değerlendirememesi bir yönetim zafiyeti olmuştur.
Beşiktaş İnönü’yü bu şekilde sil baştan yenilemek zorunda değildi.
Bir Stadyumun Ali Sami Yen ve Şükrü Saraçoğlu gibi homojen bir yapıya sahip olması şart mıdır? Avrupa’da, özellikle İngiltere’deki bir çok stadyum dört tarafı farklı mimari konsepte sahiptir.
Karabükspor, Kasımpaşa bu işin altından kalkabilmişlerse Beşiktaş fazlasıyla güç ve kudrete sahip olmalıdır.
Sezon kapandığında hemen Kapalı yıkılırdı ve şimdiye kaba yapısı bitmişti bile.
Stadyumu eski Gazhaneye yaklaştırma düşüncesi varsa bunu da kademe kademe yapmak mümkündür.
Bunu bir makina mühendisi ve çeyrek asıra yakın bir inşaat tecrübesiyle söylüyorum.
Ancak Beşiktaş bu fırsatı da kaçırdı.
Bu sezon yaşanan stadyum, taraftar ve saha olaylarının temelinde Beşiktaş’ın içinde bulunduğu kaotik durum vardır.
Olimpiyat Stadyumu’nda seyirci rekoru kırma hedefinin arkasında kaçırılan bir detay oraya hangi taraftar geliyor olduğuydu. Gördük ki Beşiktaş’ın kendisinin bile kabul etmediği bir grup ön plana çıktı.
Oysa bu olay İnönü’de asla yaşanmazdı; çünkü orada artık gelenekselleşmiş, herkesin birbirini tanıdığı bir taraftar kitlesi oturmuştu.
Aynen Ali Sami Yen ve Şükrü Saraçoğlu’nda olduğu gibi.
Ancak her yere ve mekana göre değişen bir taraftar kitlesi karşısında artık kendi futbolcusunun bile tehdit altında olduğu bir ortamda futbol oynuyor Beşiktaş.
Bir taraftarının ifade ettiği gibi Beşiktaş Türkiye’nin bir çok yerinde gösteri yapan gezici, seyyar bir Kumpanya’ya dönüşmüştür.
Ve hala bir yere ait olamamanın yarattığı köksüzlükle her tarafta bir stadyum arayışı sürmektedir.
En kötü karar kararsızlıktır.
Benim düşüncem Fikret Orman’ın takımı tekrar Olimpiyat Stadyumuna götürmesidir. Beşiktaş, Galatasaray maçı öncesinde yönetim olarak da hatalıydı; çünkü nedense Olimpiyat Stadyumu benimsenmemiş, içselleştirilmemiş, sahiplenilmemişti.
Oysa yetkililer bu izni Beşiktaş’a vermişse yönetim olarak Olimpiyat Stadyumu Beşiktaş’a ait bir yapıya rahatlıkla dönüştürülebilirdi.
Soğuk, rüzgar, hava şartları ve ortam...
Elbette bu işin bir cefası olacaktır.
http://twitter.com/uzaygokerman