Aziz Yıldırım’ın yeniden içeri alınmasıyla ilgili hazırlıklar başlatıldı. Kamuoyu yavaş yavaş duruma ısındırılıyor. Ortada olanlar yıllardır çok büyük bir haksızlığın, kumpasın, pusu kültürünün bir uzantısı olarak vicdan sahibi olanların yüreklerini dağlıyor.
Paralel yapılar, organlar, araçlar, adalet süreci, hükmünü yitirmiş mahkemeler ve onun verdiği kararların infazı...
Neyin doğru, kimin yanlış, gerçeğin nerede olduğuna artık kimsenin emin olmadığı bir zamandan geçiyoruz.
Ancak bazı gerçekler var ki bütün tarih boyunca gün gibi ortada durmayı sürdürecektir.
Böyle bir ortamda üç yıldır bütün bilgi, birikim, akıl yürütme, anlama, değerlendirme, birleştirme, ilişkilendirme, her ne tür zihinsel araç gerecimiz varsa hepsini bu uğurda seferber ettik.
Neden?
Çünkü gerçeği öğrenmek istiyor, hayatımızın çok önemli bir bölümünü kaplayan tutkumuza yönelik gelişen süreçte doğrunun ne olduğunu bilmek için çaba harcıyorduk.
Asla karnından konuşan biri olmadım.
3 Temmuz’dan sonra “aman ne kokalım, bulaşalım, orta yolu bulalım, rüzgar nereden eserse o tarafa doğru yelkenlerimizi yönlendiririz” diyen tarafta olmaktansa inisiyatif kullananlardan oldum.
Hele tam bir kaypaklık örneği ve yaklaşımı olan, bir taraftan“bu durum hukuku ilgilendirir, biz anlamayız” diyerek diğer taraftan da “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diyerek bilerek ya da bilmeyerek çirkin bir algı yaratanların tutarsızlıklarına karşı bu işe çok daha fazla gönül, zaman ve emek vermeyi kendime görev edindim.
Çünkü bu kaypaklığın öznelerinin 3 Temmuz öncesinde ve sonrasında her ne varsa bir şekilde bundan sorumlu olduklarını göstermek, yüzlerine vurmak gerekiyordu.
Bunun için çok fazla şeyler yapmaya gerek kalmadan açığa çıktılar!
“3 Temmuz ve Fenerbahçe İdeolojisi” kitabı bu sürece dair bir çok detayı anlatan, açıklayan, sorgulayan, gösteren bir çalışmayken bir ya da iki kişi ve kurum dışında ne bir spor yazarı, genel yayın yönetmeni, radyo, televizyon yöneticisi, programcısının ne hikmetse “ısrarla” ilgisini çekmedi.
Çünkü 3 Temmuz’un ne olduğunu nasıl bir algının üzerinde yaratıldığını, mümessillerini, sorumlularını işaret ediyor ve hatta ortaya çıkarıyordu.
Ellerindeki yegane eserleri yazmış olan Simon Kuper’den paragraf paragraf alıntı yapanlar nedense ülke gerçeklerinin içinden çıkmış bu kitabı görmezden geldi.
Daha kötüsü yok saydı!
Çünkü o bir aynaydı ve kitabın kapağına her baktıklarında kendilerini gördüler!
3 Temmuz da bir aynaydı; herkes o simli düzlemde kendisini gördü. Ancak şahsını görecek, yüzleşecek, özeleştiri yapacak yerde hep bir başkasının özürü üzerinden alçakça bir kaçışı, saptırmayı, yöneltmeyi tercih ettiler.
O başkası da Aziz Yıldırım’dı!
3 Temmuz günü Aziz Yıldırım daha gözaltına alınır alınmaz direkt savunmaya geçip, sporumuza sayısız hizmet yapmış olan bu adama destek olmak yerine onu kurban seçmeyi “%1 bile suçsuz olma ihtimali yoktur” deme vicdansızlığı, hukuksuzluğunu vazife edindiler!
Ve bize düşen elbette bu tarihi gelecek kuşaklara aktarmak adına yazmak oldu.
Aziz Yıldırım yarın cezaevine girdiğinde evinizde rahat ve huzurla uyuyabilecek misiniz?
Sağına soluna bakınma, direkt olarak senin yüzüne söylüyorum!
Bu süreçte üzerinize düşen bütün sorumluluğu yerine getirdiğinize dair en ufak bir vicdan azabı bile duymamayı başarabilecek misiniz?
5, 10, 15 yıl sonra “Aziz Yıldırım, Fenerbahçe ne yapmıştı?” diye sorduğunda çocuğunuza samimiyetle gerçekleri söyleyebilecek misiniz?
Gerçeğin neresinde durduğunuzu gösterebilecek misiniz?
Yıllar sonra, aklınıza hiç gelmeyecek bir zamanda herşey beklenmedik bir şekilde ortaya çıkıp, yanılgınız bütün detaylarıyla serildiğinde yaptığınız bütün açıklamalar, duruşunuzla ilgili kendinize, çocuğunuza, sizlerden doğruları bekleyen kalabalıklara ne cevap vereceksiniz?
“Yanılmışız!” mı diyeceksiniz?
Hiç sıkılmayacak, utanmayacak mısınız?
Benim size Aziz Yıldırım’ı yaptıklarını anlatmama gerek yok; sizler her fırsatta onun adımlarına basarak ilerlediğiniz için suçsuzluğunu en az benim kadar, adınızdan önce biliyorsunuz.
3 Temmuz’u yargılayan mahkemelerin ortadan kaldırıldığı, 17 Aralık’tan sonra bütün bu yargı ve emniyet mensuplarının görev bıraktırıldığı, başka yerlere gönderildiği, her taraftan yeniden yargılanma, adalet çığlığı yükseldiği yerde Aziz Yıldırım cezaevine girerken onun yapılmasına ön ayak olduğu salonlarda, stadyumlarda spor aktivitelerini izleyip, onun büyüttüğü havuzdan kaynaklanan rantla mesleğinizi yapmayı, evlerinizi geçindirmeyi, tatillere gitmeyi, dünya kupası finallerinde ahkam kesmeyi, “Melo mu yoksa Emre mi haklı” sorusu üzerinde kafa ütülemeyi hiçbir şey olmamış gibi becerebilecek misiniz?
Ne demişti ustanız?
“Ben 57 yıllık gazeteciyim. Ne çıkarttığım gazetelerle, ne çıkarttığım dergilerle, ne yazdığım yazılarla gurur duyuyorum. Şöyle Bab-ı Ali'yi bakıyorum; "Şunların ustasıydım ben" diyorum, bu bana gurur veriyor. Bunlar yaşayan gururlar çünkü... 'Şunu ben yetiştirdim, bunu ben yetiştirdim' diye ağzımdan çıkmadı. Böyle bir laf duydun mu? Hayır. Ama ben de biliyorum, onlar da biliyor. Bu da bana yeter.”
Var mı bir cevabınız?
Yok mu?
Hadi size Allah rahatlık versin!
http://twitter.com/uzaygokerman