1970’li yıllarda futbol izlemiş olanlar için Liverpool isminin anlamı başkadır. O yıllarda fırtına gibi esen, kendi liginde şampiyonlukları ve kupaları kimseye bırakmayan bir futbol takımıydı.
Kevin Keegan, Kenny Dalglish, kaleci Clemence en azından benim için efsanevi oyunculardı.
1977 senesinde Borussia Mönchengladbach ile oynadıkları ve kazandıkları Şampiyon Kulüpler Kupası Finali benim Liverpool takımı ile ilk resmi karşılaşmamdı.
O senelerde şimdi olduğu gibi her an her istediğiniz bir takımın maçını izlemek mümkün değildi.
Bu nedenle de Liverpool’un benim futbol sevgimde yeri hep olmuştur.
Heysel Faciası herkesin içini dağlayan bir finaldi ve Liverpool’un kaderinin döndüğü bir karşılaşma olarak tarihe düştü.
1991’den bu yana 21 senedir kendi liginde zirveye hiç yaklaşamadı. Onun boşluğunu Manchester United doldurdu; bu nedenle de belki bunu söylemem gerek, Alex Ferguson’un yarattığı takıma karşı her zaman içimde bir soğukluk vardır.
2005’teki unutulmaz finalde 3-0’dan geri dönüşünü elbette büyük bir coşkuyla karşıladım.
Liverpool’a karşı bu kadar sevgi duyduğunuzda ister istemez takımın futbolcularını da takip ediyorsunuz.
Premier Lig zaten başlı başına bir futbol festivalidir.
Dirk Kuyt!
Pazar günü bir toplantının içinde çok sevdiğimiz bir ağabeyimiz telefonundan Twitter üzerinden gelen bilgiyi okuduğunda herkesin yüzünde heyecan ifadesini gösteren bir şekil belirdi. Kısa süre sonra bilginin aslında imzaları çoktan atılmış bir anlaşma olduğunu öğrendik.
Bugün hangi spor sayfasını açarsanız açın bu adama ait haberler, fotoğraflar; bu transferin önemine ait yorumlar okuyorsunuz.
Transferi bu derece ses getirmesinin nedeni girişte yazdığım Türkiye’deki Liverpool sempatisi ve takipçiliğidir.
Fenerbahçelisi, Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı… Bir şekilde Liverpool sevgisinin potasında bir araya gelmeyi başarırlar. Bugün ve öncesinde Liverpool’da forma giymiş birçok futbolcuya karşı içlerinde bir sıcaklık hissederler.
Anelka, Song, Xavier, Milan Baros, Riera bu süzgeçten geçmiş futbolculardan bazılarıdır. Liverpool’da oynadıkları dönemde hiç kuşkusuz taraflı herkesin kendi takımlarında görmeyi arzu duyduğu oyunculardır.
Dirk Kuyt son dönemde eşine az rastlanır bir futbol stili ile hücum futbolunu zenginleştiren oyuncular arasında yer alıyor. Kendi adıma söylemem gerekirse Arjen Roben için de aynı şeyi düşünüyorum.
Sağ kanadında Kuyt, solunda da Roben’in oynadığı bir takımı izlemek için Hollanda Milli Takımını bekliyoruz. Kuty'ın Fenerbahçe'ye transfer olmasıyla Hollanda milli takımının taraftar kitlesi ülkesindeki insan sayısının şimdiden en az on katına çıktı.
Kuyt’ın ilk röportajını sıcağı sıcağına radyodan dinledim. Çok heyecanlıydı. Fenerbahçe’de bir an önce forma giyme arzusunu ta oralardan hissettirdi bizlere.
Böyle futbolculara ülkemizin her zaman ihtiyacı vardır. Bunlar hem insanımıza futbol sevgisini hatırlatıyor hem de geriye döndüklerinde çok önemli referanslar haline geliyor.
Onlardan bir diğeri olan “Aziz” Pierre van Hooijdonk’un bu transferdeki etkisini asla unutmamak gerekiyor.
Hooijdonk da geldiğinde futbolunun sonbaharını yaşıyordu ve ülkemizde hemen herkes keşke biraz daha oynasaydı diye iç geçirmişti.
Dirk Kuyt’un da Hooijdonk karakterinde bir oyuncu olduğunu biliyoruz.
Liverpool taraftarı onu “asla yalnız yürümeyeceksin” diye uğurlamış.
Demek ki bildikleri bir şey var; Fenerbahçe taraftarının da eski futbolcularına en az kendileri kadar sahip çıkacağını düşünüyorlar.
Bazı futbolcuların böyle şansı olur.
Fenerbahçe ve Aykut Kocaman’ı bu önemli transferi için tebrik ediyoruz.
Özellikle Kocaman’ın yaptığı transferlerin vuruculuğu dikkat çekiyor.