“3 Temmuz ve Fenerbahçe” İdeolojisi isimli kitabı yazmamda iki ana amaç vardı.
Birincisi süreçleri nasıl görmemiz ve değerlendirmemiz gerektiğine dair bir fikir vermek; olayları ve olguları hazılayan etkenlerin nasıl çalıştığını, bunların kendi içindeki temel yanlışlarını göstermekti.
İkincisi benim için çok daha önemli olan şey kalabalığın, kitlelenin, toplumun süreçlerin yönünü nasıl değiştirebileceği anlatmaktı.
Oturup iddianame, buna bağlı savunmanın içeriği ve mahkemenin ne şekilde sürdüğü ile çok fazla ilgilenmedim. (Bunu yapması gereken kişiler var vu bu görev onların borç hanesine yazılmış durumda bekliyor.)
Çünkü bütün bunlar nihayetinde aslında sonuçtu.
İş o noktaya ulaştığı andan itibaren teknik ayrıntıları konuşmanızın bir anlamı kalmıyor.
Sonuç dediğimiz şey nedir?
Toplumun, insanların vicdanında, düşüncesinde, daha çok da refleksinde sabit bir fikir yaratmaktır.
Çünkü genel anlamda insanımız bu türden sabit fikirlerle hareket ediyor veya böylesi fikirlerle daha kolay yönetiliyor ya da yönlendiriliyor.
3 Temmuz sürecinin hemen başında şöylesi bir umudum vardı; bu davanın iddianamesi ve mahkeme süreci toplum tarafından en ince ayrıntısına kadar takip edilecek, insanlar okuyacak, tartışacak, iddia sahiplerinden kanıtlar isteyeceklerdi.
Bu çeşitli vesilelerle olmadı. Araya bir yığın gündem sokuldu.
Kamuoyu da kendiliğinden ikiye bölündü. İki ayrı sabit fikirden söz etmek mümkündür;
- Fenerbahçe’nin ve özellikle Aziz Yıldırım’ın şike yaptığına inananlar
- Fenerbahçe İdeolojisinden hareketle bunu reddedenler
Her iki kesim de sürecin altyapısındaki bileşenlerle çok fazla ilgilenmeden, yüzeysel tartışmalar çerçevesinde kendi kanaatlerine tutundular.
Bu anlamda dava sürecini çok yakından izleyen gazeteci ve avukatların da işlerini çok iyi yaptığını, kamuoyuna yeterli bilgiler verdiğini söylememiz zordur.
Çok önemli bir süreç kişilerin zaten çok daha önceden edindikleri sabit fikir çerçevesinde tartışılamadan, anlaşılamadan, içselleştirilemeden, değiştirilip, dönüştürülemeden kaybedildi.
Neydi bu sabit fikir?
Aziz Yıldırım gerçeği.
3 Temmuz 2011 günü Aziz Yıldırım’ın gözaltına alındığı ile ilgili haberler televizyonlara düştüğünde toplumun geniş bir kesmi zaten Aziz Yıldırım’ın suçlu olduğuna, isnat edilen suçlamaların neredeyse tamamını yaptığına gönülden inanıyordu.
Geç bile kalınmıştı!
Mehmet Baransu, Erman Toroğlu, Ahmet Çakar, Turgay Demir, Ahmet Altan, Rasim Ozan Kütahyalı, Talip Doğan Karlıbel vb. gibi kişiler daha ilk dakikadan itibaren, nasıl bir vicdan sahibilerse suçu ve suçluyu hemen tespit etmişlerdi.
Onlar için masumiyet karinesi denilen şey ancak iş kendileriyle ilgili bir durum söz konusu olduğunda geçerli olan bir ilkeydi.
Aziz Yıldırım’ın sporumuzdaki bütün kötülüklerin sebebi ve kaynağı olduğu, onun gidişiyle herşeyin tertemiz (bu kişilerin içinde temiz futbol dilencileri de vardır, ilginç) olacağına dair algı kirlenmesi 3 Temmuz Davası yoluyla toplumun bütün reflekslerine yerleştirildi.
Kitabımda da bunu göstermeye çalıştım, 3 Temmuz eğer bir temizlik hareketi olacaksa içinde elbette Fenerbahçe’nin de bulunacağı daha geniş bir alanı kapsaması gerekmez miydi?
Bütün kirli ilişkilerin ortaya serilmesi sağlanamaz mıydı?
“Aziz Yıldırım denen organize suç örgüt lideri” üç beş kişiyle bu sistemi ve çeteyi kurdu diyelim; peki kimlerle ilişki halindeydi, bunları konuşmamalı mıydık?
Bir kişi bütün bir sistemi tek başına kurup, kendi kendisine nasıl bu kadar iş becerebilirdi ki?
Ve bunu sadece bir sene mi yapardı?
Biz nasıl aldatıldık, bu çıkar amaçlı organize suç örgütü kamuya ait ne kadar zenginlik elde etmiştir, bunun hesabı çıkarılması gerekmez miydi?
Bunun hakem, futbolcu, teknik adam, yönetici, federasyon, gazeteci, muhabir, hatta hakim, savcı bağlantıları nasıl olmazdı?
Aklımızla açıklayamadığımız, sorularımıza cevap bulamadığımız hiçbir şey bilime dair değildir.
Bugün Aziz Yıldırım’ın gitmesi gerektiğine inanan, 3 Temmuz sürecinde Fenerbahçe İdeolojisi ile donanarak süreci değiştirmiş geniş Fenerbahçeli kitle de genel anlamda kendisini bu sabit fikrin etkisinden kurtaramamış durumdadır.
Oysa nasıl 3 Temmuz’dan itibaren Caddeleri, Stadyumları, miting alanlarını, Spor Tesislerini, Mahkeme önlerini doldurup sürece karşı direnç gösterdilerse aynı şeyi süreç boyunca eksiksiz ve hatta çok daha fazla sorgulayacak şekilde yapmaları gerekirdi.
Kişiler gelir gider, ancak sürecin ne olduğunu anlamazsak bu bizim yaşadığımız bir tecrübe, öğrendiğimiz bilgi olmaz, bize kazandırılan Pavlov’un köpeğindeki şartlı refleks olur.
Süreci Aziz Yıldırım üzerinden tartışmak böylesine önemli bir olayı magazinel hale getirmek olacaktır; zaten fazlasıyla da olmuştur.
Aziz Yıldırım davaların birinde şöyle seslenmişti; “ne şikesi memleket elden gidiyor!”
Şimdi bunu biraz değiştirebiliriz sanırım; “Ne Aziz Yıldırım’ı spor elden gidiyor!”
Hatta çoktan elimizden kaydı gitti bile.
http://twitter.com/uzaygokerman