Bütün hafta 10 kişi kalan Beşiktaş’ın nasıl Fenerbahçe’nin provokasyonuna uğradığı konuşuldu. On kişi kalan bir takımın teknik direktörünün yenilgiye mazeret üretmek için etrafa kin tohumları saçmasını izledik. Peşinden PFDK’nın cezaları açıklandı. Kararlar ortamın genel havasına uygun şekilde yorumlanmış ve alınmıştı.
Sonra; hiçbir şey olmamış gibi Bursaspor maçı oynandı.
Her şey ne kadar normal yaşanıyor bu ülkede?
Her seferinde hafızalar sıfırlanıyor, dün unutuluyor, yaşanmamış sayılıyor.
İlginçtir; Fenerbahçeli oyuncular Beşiktaş tribünleri önünde nasıl soğukkanlıysa kendisini düşmanmış gibi gören Bursaspor taraftarına karşı da aynı sakinlikteydi.
Bursaspor ile Fenerbahçe arasında ne zaman bu kadar güçlü husumetler oldu da maçın başlamasını beş dakika geciktirecek şekilde tribünlerden sahaya yabancı cisimler yağmasına gerek duyuldu?
Sahi Volkan Demirel ile Bursaspor taraftarı ne yaşamıştı daha önce?
Sorun geçen sene yapılan dört transfer miydi; peki bu transferler nedeniyle kulübün kasasına para girmemiş miydi? Fenerbahçe bu futbolcuları kaçırmış mıydı? Bu nasıl bir hesapsızlıktı?
Yine ilginçtir; Bursaspor takımı da ders almamışçasına aynı Beşiktaş gibi; sert, ateşli, sinirli, gaddar, agresifti.
Her hapşırıktan yatak döşek hastalanacakmış gibi etkileniyordu.
Hakem ilk yarı neredeyse kusursuza yakın bir karşılaşma yönetirken; ikinci yarı sanki devre arasında “iyi saatte olsunlar” tarafından yoklanmış gibi çıktı sahaya ve atılması gereken en az iki Bursasporlu oyuncu varken görmezden geldi ve kendi yarattığı penaltı ile maçı dengeleyerek tamamladı.
Fenerbahçeli hakemin uydurduğu penaltının hesabını sormak yerine 10 kişi kalmış rakibine nasıl ikinci golü atamadığının iç tartışmalarına gömülüp, eski defterleri açarak hesap sormaya girişirken; Bursaspor Beşiktaş’a ve onun tecrübeli teknik direktörüne on kişiyle de maçı eşitleyip hatta kazanabileceğinin güzel bir dersini veriyordu.
PFDK sahaya taraftar girmenin çok önemli bir şey olmadığının kapısını araladığı için Bursaspor taraftarı da bu maçta oyun alanına tecavüz etmede kendince bir sakınca görmedi.
Artık Fenerbahçeli futbolcu sahada sadece rakip oyuncu ile değil, taraftarıyla da bire bir yüz yüze mücadele etmek zorundadır.
Yarın aynı şeyi bir UEFA organizasyonunda yapınca ne türden cezalar veriliyor yakından öğreniriz. O gün de mağdur olanlar mağduriyetleriyle çaresizce baş başa kalırken, rakipleri de nasıl daha güçlü dalga geçeriz onun yarışmasının içine girerler.
Çünkü gerçeklerle Türkiye’de değil, Avrupa’da yüzleşiliyor.
Bütün hafta Fenerbahçe aleyhine yaratılan ortam; futbolcusunun dil çıkarmasına verilen üç maçlık ağır ve adaletsiz cezaya ve altı gün öncekine benzer bir atmosfere rağmen eşit şartlarda sportif rekabet arayışı…
Öyle mi?
Demek bu kadar kolay?
11 genç futbolcu tribünlerdeki nefretin ortasında, hakemlerin standardı olmayan adaletsizlikleri, PFDK’nın bir türlü anlayamadıkları tutumu karşısında hiçbir şeyden etkilenmeden 10 kişi kalan rakibine nasıl ikinci golü atamaz, değil mi?
Dün akşam Alper sahada resmen dayak yedi!
Çünkü mücadele ediyor, koşuyor, geriden top çıkarıyor, futbol alanının her yerine yetişiyordu.
İyi de mücadele ediyordu.
Belki 10 numara değildi ancak dün akşam özelinde konuşmak gerekirse 9,5 numaraydı, orta alanda.
Bir köşe vuruşu öncesinde sahaya atılan yabancı maddelerin durması için zaman kazanmaya çalışan Alper’e zaman geçiriyor diye hakem hiç acımadan sarı kartını çıkarıverdi.
Ne bir ikili mücadele ne kasıtlı bir faul!
Bursaspor tribünlerinin anlaşılması mümkün olmayan nefretine maruz Alper’in karşılaşma boyunca hangi niyetle oynadığını idrak edemeyen Halil Umut Meler’in çıkardığı o karta rağmen Fenerbahçeli futbolcu çıkacak ikinci golü atacak!
Ne güzel İstanbul!
Bu futbol, adil oyun öyle mi?
Hayır biz buna merhametsizlik diyoruz!
Şimdi şu soruyu soralım;
10 kişi kalmış rakibi yenmek mi zor yoksa yenememek mi?
Sahi rakip sadece sahada 10 kişi kalan oyuncular mı?