Başarılı ama yavaş
Fenerbahçe’nin futbolu, enteresan bir şekilde büyük maçlar dışında tatsız...
Pereira’nın miladı, 18 Ekim’deki Kayseri maçı. Takım savunmasını tam anlamıyla oturttuğu o günden beri 14 resmi maçta namağlup 10 galibiyet. 9’unda kale kapatılmış, gol yenmemiş. Süper Lig’de zirve ortağı, Avrupa Ligi’nde son 32’de. İlk 18’inde 10 yeni transfer olan bir takımın Ocak arasına böyle bir tabloyla gelmiş olmasına başarısızlık demek insafsızlık olur. Fenerbahçe şüphesiz başarılı. Ancak... Dün Ankara’da olduğu gibi son iki ayda birçok maçı Fenerbahçe galip bitirmesine rağmen ağızda bıraktığı acı bir tat var. Oyun tatsızlığı. Fenerbahçe’nin futbolu, enteresan bir şekilde büyük maçlar dışında tatsız. Beşiktaş, Galatasaray, Mersin, Molde ve Trabzon maçları var iyi oynanan. Dünkü Gençlerbirliği galibiyeti de dahil soru işaretleriyle ayrılıyor Fenerbahçe birçok maçtan.
Nedeni de basit: Fenerbahçe yavaş oynuyor. Eğer Alper, Nani ya da dünkü gibi Markovic şapkadan tavşan çıkarmazlarsa rakip kaleye olağanüstü yavaş gidiliyor. Goller yetenek yoluyla atılıyor, hazır sete karşı atılıyor, duran topta atılıyor, zor atılıyor. Oysa savunan takım için en avantajlı tablodur bu: Rakip yavaşsa, bir dalgınlık anı yaşama ihtimaliniz azalır. Rakip yavaşsa yerinizi kaybetmezsiniz, savunma setiniz bozulmaz. Rakip yavaşsa bireysel hata şansı sıfıra yaklaşır. Büyük takımları büyük yapan, aniden vites artırabilmeleridir zaten. Ve bunu sadece pırpır kenar oyuncularıyla değil, orta sahada çabuk düşünen ve oynayan merkez adamlarıyla yapabilmeleridir. Fenerbahçe bunu yapamıyor. Çünkü bu Diego ve bu Souza, olağanüstü yavaş düşünüyor, yavaş hareket ediyor. Sürekli not alan Pereira’nın kağıtlarında olması gereken en önemli konu bu bence.
Gençlerbirliği ise son 28 ayda üçüncü kez geçici görevli Kaplan’la sahada. 2013-14 sezonunun başından beri Diyadin, Özdilek, Gedikali, Kaplan, Işılar, İrfan Buz, tekrar Bakkal, tekrar Kaplan, Baxter, tekrar Özdilek ve bir kez daha Kaplan görevde! Birisi Cavcav’a dur demeyecek mi Allah aşkına? TFF, kulüpleri bir takvim yılında maksimum bir antrenör değişikliğiyle kısıtlamak için neyi bekliyor? Böyle bir yönetim anlayışıyla ilerlemek mümkün mü? Bu çağda bu tablo yakışıyor mu Türk futboluna? Yazık gerçekten...