ADANA uçağı Atatürk Havali-manı’ndan kalkıp yükselişe geçtiğinde, ben de kafamı koltuk başlığına yaslayıp şöyle bir geçmişe gittim. Varış noktamız Türkiye’nin en çok göç alan ve en bilindik on kenti arasında bulunan Mersin olunca, “Mersin’e en son ne zaman gitmiştim, orada neler yapmıştım, nereleri gezmiş, neler yemiştim, beni etkileyen her hangi bir olay olmuş muydu?” diye düşünmeye başladım. Yok yok öyle hemen aklıma tantuni ve cezerye gelmedi. Cezeryeye lafım yok. Zaten laf eden taş olur... Sadece böylesi olağanüstü bir tatlının bunca zaman “Dünya Tatlı Mirası”na dahil edilmemiş olmasına inanamıyorum hepsi o! Ama gerçekçi konuşayım tantuni sevmem. Çok yağlı olur, ayrıca da en iyi yaptığını iddia edenler bile malzemeden çalarlar... Tantuninin tadını almak istiyorsanız size önerim malzemesini duble koydurun ve tek yaprak lavaşa sardırın...
Mersin’e son ayak bastığımda 2013 yılının haziran ayıydı. Keskin sıcaklar başlamış, o ağır nem çoktan kentin üzerine karabasan gibi çökmüştü. Akdeniz Oyunları’nın açılışını izleyip bir iki gün sonra da dönmüştüm. Doğrusu şu ki şehirle ilgili aklımda çok fazla bir şey kalmamış. Hatırladığım hummalı bir altyapı çalışmasının başladığı ve yerel yöneticilerin “Mersin çok yakında bir spor ve kültür kenti olacak” biçimindeki iddialı söylemleriydi. Açıkçası inandırıcı gelmemişti... Yanılmışım. Evet, Mersin tam anlamıyla bir spor kenti olmuş. (Tek defo Türk futbolunda çok özel bir yeri olan Mersin İdmanyurdu’nun yerle_yeksan edilmiş olması)... Akdeniz Oyunları sonrası kentin demirbaş listesine dahil edilen tesisler geliştirilmiş, buz pateni pisti gibi ekler yapılmış, ayrıca halka açık yürüyüş ve bisiklet yolları hizmete sunulmuş. Yaklaşık 10 kilometrelik sahil bandındaki yürüyüş yolu tek kelimeyle kusursuz görünüyordu. Benim gibi Caddebostan Sahili’nde uzun yürüyüşler yapan Ekonomi Müdürümüz Şükrü Andaç, yoğun yağmura karşın bir saatlik yürüyüşle sahil yolunu test edip onayladı.
Hazır sahil bandından sözü açmışken, burasıyla ilgili benzetmeleri de dile getirmek benim bir borcum. Çünkü gerçekten etkileyici bir yer olmuş. Binlerce palmiye ağacı ve elbette başka ağaçlarla bezenmiş, göz alabildiğince uzanan bölge filmlere, aşk romanlarına konu olacak kadar güzel olmuş. Bazılarımız Monaco, bazılarımız Bakü -Hazar, bazılarımız da Selanik’e benzettiler. Bana sorarsanız oralardan da güzel. İnanmıyorsanız gidin görün...
Mersin’e neden Spor kenti dediğime gelince... Spor organizasyonları yapmak zor iştir. Ama asıl zorluk bu organizasyonların her yıl yapılan geleneksel ve elbette uluslararası hale gelenleridir. İşte Mersin böyle zorlu organizasyonlardan iki tane birden yapıyor. Mersin Maratonu ve Mersin Bisiklet Turu. Bu iki uluslararası müsabaka artık Mersin’in alametifarikası haline gelmiş durumda. Hem Maraton’a hem de Bisiklet turuna katılım her yıl artıyor. İki organizasyon da uluslararası takvimde önemli yere sahipler. Eski milli hakemlerden Vedat Yüksel, belediye başkanından aldığı büyük destekle kendini bu organizasyonlara adamış durumda. “Mersin’de spor etkinlikleri ne durumda” diye sorduğumuzda, Yüksel Maraton’dan başlayıp, Bisiklet ile yanıtını tamamlıyor. Haksızlık etmeyeyim elbette arada Buz Pisti, Gençlik Merkezi (Ki bu merkezi de gezdim ve gerçekten çok etkilendiğimi söylemeliyim), geleneksel spor konferanslarına da değiniyor. Ama o iki uluslararası organizasyonun yeri hem Mersin için hem de Vedat Yüksel için çok ayrı.
Bu arada özellikle Rusya ve Ukrayna gibi soğuk iklimin hüküm sürdüğü ülkelerden Mersin’e kamp yapmaya gelen takım sayısı da bir hayli artmış. Bu anlamda spor turizmi artık kentin gelirleri içinde yer alıyor...
Kısa Mersin gezimiz bir spor yazarı olarak beni bir hayli etkiledi. Tek sorun Akdeniz Oyunları için yapılan stadın aktif olarak kullanılmayışı. Yakın gelecekte buna da bir çözüm üretileceğine inancım tam.
Ve elbette ben de Mersin gezisine katılan meslektaşlarım gibi Narlıkuyu’dan bahsetmeden geçemeyeceğim. Tadı damağımızda kalan bölgeye özgü sebzeler, zeytin, zeytinyağı bir yana, gerçek deniz levreği yemek bambaşka bir keyifti. Teşekkür ederim..