Maç öncesi kadrolara baktığınızda Beşiktaş’ın Q7’li, Fernandesli, Rüştülü, Simaolu, Edulu ve bu sezon en beğendiğim defans oyuncusu Egemenli görüntüsüyle hiç de Fenerbahçe’den aşağı kalmadığını görürsünüz. İki takım arasındaki 12 puanlık farka bakınca da şok oluyorsunuz.
Fenerbahçe’nin iki maçını da seyrettim. Her seferinde farklı Kocaman, farklı bir Fenerbahçe ile karşılaşıyorsunuz. Oysa Fener düne kadar rakip sahada baskı kuran, skor avantajına yatmayan, gole aç bir görüntü veriyordu.
Beşiktaş ilk dakikalarda diğer iki maçın aksine kontrollü bir futbol oynuyordu. Trabzonspor’un, önceki gün Galatasaray’a yaptığı gibi açık ve saldırgan futbol oynama yerine ayağa pas yapan bir anlayış yerleşmişti Beşiktaş’a... Bence bu seçim çok akıllıcaydı. Süper Final’de de görüldü ki, Galatasaray veya Fenerbahçe’ye agresif futbol oynarsanız kaybederseniz. Beşiktaş’ın bu sistemli oyunu Fenerbahçe’nin rakip sahada baskı kurmasını engelledi. Öyle ki, 40. dakikaya gelindiğinde tek gol tehlikesi Baroni’nin Rüştü ile karşı karşıya kaldığı pozisyondu. Bunda da Beşiktaş’ın alan savunmasını iyi yapması ve sert oyun oynamasının da rolü oldu.
İkinci yarıda Egemen ve Stoch’un golleriyle maça renk geldi. Üç önemli vuruşu başarıyla önleyen Rüştü bence Stoch’un frikiğinde hatalıydı. Böylesine tecrübeli kaleci kapattığı köşeden gole izin vermemeliydi.
Bu goller, Aykut Kocaman’ı da uyandırdı. Bienvenu ve Dia’yı alarak forveti çoğalttı. Çünkü risk zamanıydı, beraberlik işe yaramıyordu. Bu oyuncu değişiklikleri ve riskli futbol, Beşiktaş’ın da açılmasına yol açtı. Rakibin üzerine gidince defansta da açıklar vermeye başladı Kartal... Sistem kaybolmuştu, top bir o kalede bir bu kalede gidip gelmeye başlamıştı. Egemen’in kendi kalesine attığı gol bir anlamda Fenerbahçe’nin can yeleği oldu, yoksa bir beraberlikte fark dörde çıkar, kalan 2 haftada da bu fark kapanmayabilirdi.
Fenerbahçe son Galatasaray karşılaşmasından sonra Beşiktaş’ı da şansının yardımıyla devirdi. Beşiktaş’ı da Süper Final’de ilk kez beğendim.