Maçta filelere değen tek top VAR’ın arızasına gelmeseymiş ofsayt olmadığı anlaşılır ve Başakşehir kazanırmış!..
Geçin bunları...
Eskiden VAR mı vardı!
Hakemin yeniden izleyip tekrar ofsayt kararı vereceği kadar gri bir pozisyon o...
Tersi de olabilirdi tabi...
Ama bu maçı Fenerbahçe kaybetse ayıp olurdu doğrusu.
İster ilahi adalet deyin, ister futbolun cilvesi, Fenerbahçe’nin 4-5 golüne engel olan Başakşehir kalecisi Mert’i “kim veya ne” bilardo bandına çevirdiyse, belli ki VAR’ı da o bozdu.
Evet... Sekiz hafta sonra “Fenerbahçe kazanmalıydı” gibi bir cümle kurabiliyoruz çok şükür!
O zaman sebebini anlamak lazım.
Sezona “umutsuz vaka” gibi giren ve kendine düşme hattında yer beğenen Fenerbahçe, ligin en zorlu ve oturmuş takımı Başakşehir karşısında rakibin oyununu, pasını bozarak galibiyeti kaçıran ekip haline gelmişse, sebebi ne Cocu’da, ne sistemde ne de futbolcu tayfasına ayar veren yönetimde...
Fenerbahçe’yi titretip kendisine döndüren adam, Volkan Demirel’dir son tahlilde...
Hani sahada ezilip de tepki veremeyen takımı kendini feda ederek yaptığı çılgınlıkla oyuna döndüren lideri alkışlarız ya...
Burada Volkan Demirel oluyor o gözü kara.
Hem de kenardan.
Hatta sürgünden.
Kaptan isyan ediyor... Kavga çıkarıyor. Sportif direktör, hoca falan anlamıyor, bozuk çalıyor.
Neden?.. Çünkü gidişatın “facia” olduğunu görüyor.
Karşılığında “haklı olarak” kırmızı kart alıyor yönetimden.
Ama attığı taşın dalgaları, sahada Cocu’nun direktiflerini en ekonomik ve en ete/süte dokunmadan oynayan takımdaşlarını ister “bu işin sonu fena” korkusuyla deyin, ister sorumluluk duygusuyla olsun, “böyle yürümez” kıyısına sürüklemiş besbelli.
Volkan evde “Sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkarız aydınlığa” şiirini okuyor olmalı!
Aydınlık yok ama bir ışık parladı nitekim.
Herkes kadroya bakıp 3-5-2 sanırken (imkan var mı; rakip Spartak Tırışka mı), sahaya 4-4-2 dizilen Fenerbahçe’de değişen tek şey arzu, istek ve emekti Başakşehir karşısında.
Koştular... Mücadele ettiler. Sahadaki parsellerinin hakkını verdiler. O bile yetti Başakşehir’den iyi olmaya.
İlk yarıda bir dereceydi... Başakşehir oynadı golleri Fenerbahçe kaçırdı gibi absürd bir fikir edindi izleyenler. Çünkü futbolcuları tek tek gözlemlemediler, takıma baktılar. Yakın ve ısrarlı mücadeleyi göremediler. Muhtemelen “telaş” gibi geldi onlara. Hıza alışık değillerdi.
Ama 2. yarı belli oldu ki, rakibi oynatmayan Fenerbahçe’ydi. Tıpkı rakip kaleye daha çok ve daha kalabalık inen takım olduğu gibi. Kaçan golleri sayacaksak 5’e 2...
Ortada gayret varsa Cocu’nun değişiklikleri bile “makul ve mantıklı” hale geldi giderayak!
İlerde bekleyen Frey’in yerine oyuna hareket katan Benzia’nın alınmasına kim itiraz edebilir? Tribünün günah keçisi Reyes’i çıkarıp Mehmet Topal’ı almak kaçınılmazdı mesela. Her şeyini tüketen Eljif ile Soldado değişimi tam zamanıydı.
Aslında bu maç sezonun ilk karşılaşması olsa, bilemedin üç-beş hafta sonra mükemmeli yakalar diye alkışlamak bile gerekirdi Fenerbahçe’yi ama yakın geçmiş o kadar berbat ki, muhtemelen teknik direktörün kovulması gerekecek şimdi!
Bu da futbolun bir cilvesi.
Çünkü ilk düğme yanlış iliklendi...
Bu arada... Sayın Ali Koç’un taraftarla özel ve güzel ilişkisi, yavaş yavaş sahadaki görev dağıtım yetkisini kulübeden alıp tribünlere vermeye başladı ki, çok kötü bir alışkanlıktır ve asla kabul edilemez. Çünkü alışkanlıkları değiştirmek hoca değiştirmekten zordur.