Dünya hasta… Öksürüyor, tıksırıyor, nefes alamıyor. Muhtemelen yoğun bakım gerekiyor!
Küresel felaketler böyledir işte… Yakar, yıkar, mahveder.
Zalimdir… Öldürmezse süründürür!
Koronavirüs salgını da şu anda hayatta olan yediden yetmişe her insanın gördüğü “en büyük” felaket sonuçta.
Ben demiyorum; uzmanların tespiti.
Zaten uzman olmaya gerek yok… Her canlının ilk önceliği “güvenliğini” tehlikeye atanların beş-on somun ekmek kapmak derdine düşmesi, maskeli milyonların “gönüllü mapusluk günleri”, kanı çekilmiş başkentler, durumun vahametini ortaya koyuyor.
Tam kalbindeyiz kabusun.
Lakin kabus da bir tür rüyadır ve bir şekilde uyanılır.
Yaşadıklarımız, tüm insanlık tarihindeki örnekleri gibi “geçicidir”…
Önemli olan, yıkım sırasında yaptıklarımızdır.
Çünkü geleceğimizi şekillendiren, şu zor günlerde verdiğimiz kararlar olacaktır.
Diyoruz ki, “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”… Ekonomi, insan ilişkileri, kültür, yerleşim, beslenme Vs.
Tabi futbol da dahil bu değişime.
Unutulmasın; böylesine büyük felaketler, hayatı yavaşlatırken, kararları/ tercihleri çok hızlandırır.
Aşı mı?.. Çabuk!
Karantina mı?.. Hemen!
Trilyonlarca dolar… Alın harcayın lütfen!
İnsanoğlu mecbur kalır büyük değişikliklere. Normal zamanda yıllarca sürecek toplantılarla/tartışmalarla yapılan kökten değişimlerin süresi, haftalar oluverir.
Dibe vurmak en büyük deneyimdir!
Mesela, pandemiden evvel “futbol dursa ne olur” diye sorana deli derlerdi.
Ama bugün biliyoruz.
Bir “yıldızla” alt yapıdan yeni çıkmış “genç” arasındaki futbol farkı, “birkaç fabrika fiyatı mıdır” desek, ya futbol bilgisizliğimize ya da evrensel ticaret cehaletimize verirlerdi:
“Bak sevgili kardeşim… O genç de bir gün yıldız olup aynı parayı edecek… Bugün yıldıza servet yatıran yarın şampiyon olup parasını katlayacak”…
Adeta “saadet zinciri”!
Oysa, hiçbirinin beş kuruş etmeyeceği günlere hızla ilerliyoruz açık açık.
Bitmedi…
Passolig’in “fişleme” olup olmadığını, tribün kameralarının hak ihlali sayılıp sayılmadığını tartıştığımız günlerden, milyonlarca sensor ve özel algoritmalarla sokaktaki adamın ateşini ölçüp kimliğini saptayan Çin’e “helal olsun” deme devrine geldik.
Ne çabuk değişti!
Ve yakın gelecekte hiçbir şey eskisi gibi olmayacağı için, yeni futbolu kurgulamaya çalışıyoruz en hızlı tarafından.
Daha doğrusu Dünya çalışıyor; bizim derdimiz “bu felaketten kim şampiyon çıkacak”:
Acaba ligi seyircisiz maçlarla mı tamamlasak?
Yok mu saysak? Tescil mi etsek?
Aşıyı, ilacı mı beklesek? İngiliz’e, Alman’a, İtalyan’a mı baksak?
Sıfır tercih, sıfır kararlılık.
Ya, aşıdan sonra virüs mutasyona uğrarsa?.. Ya, yeni sezonda Covit-20, Covit -21 dalgaları ortaya çıkarsa?
Ya, futbol steril statlarda, tulumlu/maskeli kameramanların çektiği, hakemlerin VAR karantinasından yönettiği, çıt çıkmadan oynanan bir oyun olmak zorunda kalırsa?
Ne kadar satar “sessiz/renksiz” TV yayını?
Tribün gelirleri, yerel ve küresel yayın paraları tarih olursa hayatınızı sürdürmek için var mı bir planınız?
Kötü senaryoyu geçtik, iyi senaryo Mayıs’ta kontağa basmak diyelim…
Kimler “yabancısız” takım kurabilecek acaba?
Cemal Ersen kardeşim mükemmel yazdı bu ihtimali; ben tekrarlamayayım.
Beni telaşlandıran, en iyi senaryo yaşansa bile Dünya futbolunu yönetenlerin, pek çok (doğru-yanlış) radikal kararlar vermek zorunda olmaları ve bizimkilerin buna ayak uyduramamaları.
Tam da “Zalim Koronavirüs Adaleti” ile bizim futbolun onlarınkiyle (ikinci mevkide) eşitlenme imkanı varken.
Bize gereken; irade, kararlılık, sürat ve cesaret.
Lütfen uyumayın. Bizi de uyutmayın!
Bir şeyler yapın.
Ya da… Yapar gibi görünün bari.