Selçuk İnan kariyerindeki 12. frikik golünü Gençlerbirliği’ne, 13.sünü ise maç biter bitmez “bize” attı!..
Yani medyaya.
Arkası “para ve algı yaratma” erkleriyle destekli, ensesi kalın, sesi yaygın, korkulu baraja rağmen... Kendisi torpilli, kanalı makbul, dokunulmaz ve ne oldum delisi imaja karşın... Yağlı kara gibi bulaşıp Selçuk’un altına oyma ve intikamcı olma huylarını bile bile... Medyaya öyle bir çaktı ki, tam doksandan!
Özellikle ekran medyasına...
Üstümüze alındıysam, gazetem ve şahsım adına değil... Yüzü mahkeme duvarı gibi adamların rivayete göre meslektaşların- bir kulağından girip ötekinden çıkmasın diye.
Altını çizmek için.
Peki, Selçuk nerden buldu bu cesareti?
Çünkü doğruları dile getirdiğini biliyordu.
“Doğru” en büyük güçtü. Ama duyulması lazım.
Selçuk dedi ki:
“Biz futbolcuyuz, televizyon programları yapan abilerimiz var. Bizi her zaman eleştirebilirler. Onların işi bu. Benim onlardan ricam, insanları yönlendirebiliyorlar. Futbol bir oyundur, güzel bir oyundur. Bunun zevkini almamız, bunu insanlara aşılamamız lazım.”
Nazik çocuk!.. Ben size mealini yazayım:
“Lütfen terbiyeli olalım”!..
Biraz daha açarsak;
“Şayet gece rahat uyuyabiliyorsanız, insanları aşağılayarak, kıyma makinasına koyarak elde ettiğiniz reyting ve para sizlere hayırlı olsun ama kimseyi düşünmüyorsanız kendi geleceğinizi düşünün. Çünkü altın yumurtlayan kazı, kendi bindiğiniz dalı kesiyorsunuz” demek istedi.
Ekran yorumcuların jargonuyla da anlatabilirim Selçuk’un konuşmasını, lakin benim terbiyem müsaade etse Milliyet’in geleneği izin vermez.
Ne diyor Galatasaray’ın kaptanı?.. “Futbol bir oyundur”!..
Selçuk’un yaşı tutsa, yedi yıl önce büyük tiyatro sanatçısı Enis Fosforoğlu’nun “şiddete bulaşan futbol için ne yapabilirim” diye kafa patlatması ve özverisi ile yazıp oynadığı çocuk oyununa gitmiş, “ondan etkilenmiş” diyeceğim.
Çünkü oyunun adı da bu cümleydi ve yetişen nesilleri hem sporcu, hem taraftar hem de seyirci olarak “futbol-şiddet” sarmalından korumayı amaçlıyordu.
“Futbol bir oyundur” diyordu Fosforoğlu.
Güldürerek tatlı bir dille öğretiyordu çocuklara doğruyu.
Yüz bin çocuğa ulaşmak üzereydi... UEFA’dan takdir mektubu ile ödüllendirilmişti.
Bol keseden milyonlarla statlar yapılan, bir transfere milli piyangonun yılbaşı büyük ikramiyesi verilen ülkemizde, orta sınıf otomobil fiyatı kadar bütçe ile ifade edilebilecek “kaynak yokluğundan” rafa kaldırıldı.
Ve Selçuk söylemek zorunda kaldı şimdi; “Futbol bir oyundur” diye.
Evet ama, bu işin altına odun atmaya çalışan ekran yorumcuları “oyun çağını” aşmış Selçuk!.. Hatta saygı, nezaket, edep gibi insani değerleri bile arkada bırakmışlar.
Beyefendilere hakaret ve rezalet olmadan yapacakları programlarda kaybedecekleri paranın kaynağını bulabilecek misin; sen ondan haber ver!
Selçuk’tan bir frikik de tribünlere...
“Bir insan birine küfredemez. Nasıl bir insan maç kaybettiğinde küfür edebilir ki! Taraftarlık bu değil. Ben de futboldan sonra taraftar olacağım. Sinemada filmi beğenmediğinizde küfredemezsiniz, beğenmeyip çıkarsınız. Bir takım şampiyon oluyor. Diğerleri devamlı küfür mü yiyecek?”
Yememeli!
“Eskiden yemezdi” nostaljilerini geçin…
Daha sekiz ay evvel, devletin içine sızmış hainlerin darbe girişiminden sonra bir müddet yemedi zaten.
Demek ki, dayanışma, empati ve kardeşlik duygularımızda bir sıkıntı var.
Bu güzel duyguları tetikleyecek felaketlerde küfrün yerini alkış alıyorsa, toplumsal olarak olumlu/olumsuz etkilere ve telkinlere çok açık olduğumuz ortaya çıkmaz mı?
Döndük başa...
Futbol adına temcit pilavı gibi sadece nefret söylemleri, linç girişimleri, aşağılama dinlersek, yorum özgürlüğü adına edep çıtası halkın gözü önünde kırılırsa, “hocalar” hapşırırsa insanlar hasta olur işte.
Kalem ve program sahibi bazılarımız “Selçuk çok doğru söyledi” diyor şimdi!
Yahu, Selçuk’un işi top oynamak.
Niye Selçuk’a geldi sıra?
Siz ne yapıyordunuz o sırada?
Bizi buralara, “işi yanlışları söylemek” olanların “aman kimseyle kötü kişi olmayalım”, “biz işimize bakalım” tarzı getirmiş olmasın sakın?
Aslında fırtınalar ve hesaplaşmalara yol açması gereken “Selçuk Manifestosu” birkaç cılız onay ve “altına imzamı atarım” saçmalıkları dışında ses getirmiyorsa, medyada ciddi bir “suçluluk duygusu” ile “görev ihmalini” işaret etmiyor mu?
Selçuk’a bırakmayın. Yöneticilerden medet ummayın. Tırsmayın... Herkes görevine.