Futbol kitabında “olumsuzluğun” tanımı haline gelmiş ve 52 yıllık “maç kazanamama rekorunu” egale etmek üzere olan Gençlerbirliği karşısında Fenerbahçe’den beklenen, oyun ve skor olarak “kocaman” bir adımdı. Şöyle ses getirecek, rakiplere korku salacak dev bir adım…
Hadi canım… Emekleyerek başladı ev sahibi.
Sürünerek devam etti.
Maç “rezalet” diye tanımlanması gereken bir skorla bitti.
“Faili” Erol Bulut’tur; Kadıköy’ün bir suçu yok!
1-0 öndeyken Kadıköy’de 2-1 mağlup duruma düşecek kadar çaresiz ve şaşkındı Fenerbahçe. Durgundu. Hocası da çözüm geliştiremiyordu. Gençlerbirliği’nin galibiyeti ile Kadıköy “fobi”den “kabus”a terfi etti ve muhtemelen şampiyonluk gitti!
Oysa, fırsatın katmerlisiydi F.Bahçe’nin önündeki… Kazanırsa ligin zirvesini sıraya dizeceği Beşiktaş derbisinden önce kurguyu/sistemi/taktiği deneyeceği son kostümlü provaydı.
Gustavo’su da dönmüş Fenerbahçe öne doğru ve baskılı başladı aslında maça… Ama kısa süreli “sanal” bir baskı!
Çünkü Konya’da onu alkışlatan, skor yaptıran temposu yoktu en başta. Bireysel hatalar çoktu.
Erol Bulut’un her maçta değişen futbolcu tercihleri bu kez “sorun çözemeyen” bir frekanstaydı. Beş futbolcu değişimiyle bile çevrilemeyecek kadar bozuk bir frekans…
İlk sorun savunmaya çekilmiş, zaman zaman etten duvar haline gelen Gençlerbirliği’nin “tipik” Kadıköy tavrıydı. Daha büyük sorun ise Fenerbahçe’nin tutukluğu, kontratakta çok kolay avlanır oluşuydu…
Savunmasını santra çizgisine kadar çıkarmış ve aile boyu hücum etmeye çalışan Fenerbahçe 35’teki duran toptan Novak’ın attığı kafaya kadar boşuna dolaştı durdu rakip ceza alanı etrafında.
Çünkü, zaten iyi gününde olmayan Pelkas sol çizgiye yapıştırılmıştı maç başladığında ve atıl durumdaydı. Hatta içeri girmesi yasaklanmış olmalıydı ki, Novak’ın önünü boşaltamıyor, sol bekin çıkmasına engel oluyordu. 25 dakika Mert Hakan ile yer değiştirene kadar böyle sürdü. Mert Hakan ikinci santrfor gibiydi, görevinde başarısızdı. Osayi’ye açık alan gerekiyordu ki, asla yoktu önünde. Thiam kalabalık Gençlerbirliği savunması arasında çaresizdi.
Kilidi açamayan Fenerbahçe uzaktan şutları da deneyemiyordu bir türlü. Denese Gençlerbirliği futbolcularının bedenlerinden dönüyordu. Topa sahipti ama çok pas hatasıyla oynuyordu Fenerbahçe… Bu hatalar pozisyonun sonlanmasına en büyük engeldi.
Ligin en az gol atıp en çok gol yiyen takımı karşısında galibiyeti dört dakika koruyabildi Fenerbahçe ve soldan koridor bulup sıfıra inen Halil İbrahim’in ortasında Serdar golü kendi kalesine attı. Hem de bir stoper için hayli ilginç ve ancak bir balete yakışacak tuhaf hareketle.
Bu kadar zor gol atıp bu kadar kolay gol yemek, tıpkı maçın skoru gibi skandal olsa gerek.
Beraberlik Gençlerbirliği’ni iştahlandırınca az daha ikinci golü yiyecekti Fenerbahçe; neyse ki, Lima’yı Altay karşıladı.
İlk yarıyı sakatlanan Gökhan-Sangare değişikliği ile bitiren Fenerbahçe Novak ile Thiam yerine İrfan Can ve Samatta’yı monte ettikten beş dakika sonra ikinci golü yedi lig sonuncusu rakibinden. Oysa rakibin ne yapmak istediği ve nasıl önleneceği belliydi.
Oysa her pas hatasında Fenerbahçe’den daha üstün oynayan daha rahat çıkan bir Gençlerbirliği vardı sahada. Fenerbahçe’de ise işler de düzen de format da akıllar da karışıktı. Sol bek Gustavo mu oldu, yoksa Fenerbahçe üçlü savunmaya mı döndü belli değildi mesela.
Erol Bulut maçı Ferdi’nin kurtaracağına hükmetti ve Osayi ile değiştirdi. Süper(!) fikirdi ama Fenerbahçe gol aradıkça boş bıraktığı geride rakibine gol fırsatı yaratıyordu ve maçın sonları “Rus Ruleti’ne” dönmüştü.
Maç bittiğinde “Kadıköy şoklarında” bardağı taşıran son damla da düştü, geriye bir maçı eksik liderin altı puan gerisinde “şampiyon adayı Fenerbahçe kaldı!
Emeğe de paraya da kadroya da bunca sevgiye de yazık.