Neden hesaplı kitaplı başlayıp “hurraaa” şeklinde biter “dünyanın en büyük derbilerinden biri” dediğimiz, futbol bayramı saydığımız şu Fenerbahçe-Galatasaray maçı?
Çünkü üç puanın çok ötesinde vaatleri vardı skor tabelasının...
Hatta Fenerbahçe’nin şampiyonluk yarışında kalmasının veya Galatasaray’ın şampiyonluk yolunu yarılamasının bile ötesindeydi. İki büyük takım arasındaydı olay, geçen yüzyıldan kalmaydı ve maçtaki asıl meseleydi sanki.
O sebeple sahaya çıkarken ezberler bir kenara konmuştu.
Maçın sonuna doğru şuur bile bir kenara bırakıldı.
Sezonu bekleyerek geçiren Fenerbahçe Mehmet Ekici ve Soldado eklemesiyle kaleyi düşünen ofansif bir takıma dönmüş, Galatasaray Fernando’yu stoperler arasına sıkıştırarak öne oynamak yerine orta sahada bekleyen bir takım olmuştu.
Düdük çaldığında Fenerbahçe’nin öndeki baskısı da başladı.
Ancak iki takım da birbirlerinin üstünlük ve zaaflarını o kadar iyi çalışmıştı ki, oyun daha çok orta sahada sıkışıyor, Fenerbahçe orta sahasının koşularına Galatasaray karşılık veremediği zamanlarda Fenerbahçe baskılı gözüküyordu.
Daha çok sağ kanattan yüklenen Fenerbahçe, Nagatomo ile Dirar arasındaki mücadeleden kurtardığı toplarla tehlike yaratsa da pozisyon haline getiremiyordu.
Fenerbahçe baskılı oynadığında Galatasaray’ın golcüsü Gomis otomatikman iptal oluyordu.
Temaslı ve sert maçta tempo da düşüktü oyun kalitesi de ilk yarıda.
Gol fırsatları vardı ama kombine ataklardan değil, hatalardandı.
İlk yarıda orta saha mücadelesi ile harcanan ne kadar dakika varsa hepsi ikinci yarıya heyecan ve atak olarak taşınacaktı. Çünkü maçın zamanıyla birlikte hesaplanan beklentiler de tükeniyor, başladığı gibi bitecek derbinin kimseye yaramayacağı ortaya çıkıyordu.
Maçın ikinci yarısına Galatasaray mutlak bir gol fırsatıyla başlasa da Fenerbahçe hızını kesmedi. Zaten kesemezdi... Çünkü takım kurgusu baskı yapmasını gerektiriyordu. Puan cetveli gol atmasını gerektiriyordu. Alper’in oyuna girmesi Fenerbahçe’nin eksik olan hızını da arttırdı.
Dakikalar aktıkça oyunu yönlendiren unsur beyin değil kalp haline geliyor, iki takım da oyun disiplinini, orta saha direncini bir kenara bırakıp direkt rakip kaleye gitmek ve galibiyet golünü atmak istiyordu.
Ev sahibinin maçı kazanma isteği Aykut Kocaman’ın topsuz alanda Fenerbahçe’ye yapılan penaltıları tribünlere şikayet etmesinden anlaşılıyordu en iyi.
Ancak ikinci yarının farkı Galatasaray’ın artık takım halinde Fenerbahçe kalesine yaklaşmasıydı. Sebebi, Fernandao çıkıp Donk oyuna dahil olduğunda sertleşen Galatasaray orta sahasıydı.
Son düdüğe yirmi dakika kala Aykut Kocaman hem risk hem de ümit içeren hamleyi yaptı Fernandao’yu da alarak çift santrafora döndü.
Fatih Terim’in yanıtı Selçuk yerine Tolga’yı koymak oldu. Fenerbahçe’nin som hamlesi ise Valbuena’ydı...
Kumar değildi ama zar atmaktan farksızdı... Gol atan “her şeyi” alacaktı.
Artık taktik falan kalmamıştı.
Sayısız fırsat, sayısız şans ortaya çıktı bu şuursuz telaş içinde...İki takım da kazanabilirdi... İkisi de kazanamadı. Çünkü ikisinin de kalecisi harikaydı.
Galatasaray için kaybetmekten iyidir, Fenerbahçe için felaketten çok daha iyidir.