Bir neslin boynunu altınla kalbini gururla donatan, üç olimpiyatın en büyük yıldızı olmayı başaran Naim Süleymanoğlu’nun rekorları, sadece şeref sayfalarını zenginleştirmiyordu bizim ve ülkemizin...
Mesele ülke boyutunun da üzerindeydi... Türkiye’nin göğsünü kabartıp ülkelerarası yarışta galip geldiğimiz etapların da ötesindeydi.
Asıl insanoğlunun doğa ve fizik kanunlarına karşı mücadelesinde kazanılmış muharebeler anlamına geliyor, doğa ve fizik kanunları ile kelepçelenmiş yerküredeki her ölümlü bireyin korkularına ilaç gibi geliyordu.
Süper insan modeliydi Naim.
O yüzden yarı tanrı Herkül’dü lakabı.
O yüzden evrenseldi.
O yüzden Time’a kapak olmuştu.
Naim’in başardıkları insanoğlunu ne kadar heyecanlandırdıysa, henüz erişkin yaşta vefatı, doğa ve fizik kanunları karşısında aczimizin altını çizen o kadar büyük bir şok oldu.
Herkül de ölümlüydü sonuçta... Ama bu kadar aceleye ne luzum vardı sevgili kardeşim!
Ne mutlu Naim’e ki, bu dünyaya aldığından çoğunu bırakarak gidenlerden biridir kendisi.
Böyle günlerin acılı çaresizliğinde anıların güzelliğine sığınmaktan başka çıkar yol olmadığına göre, ben de sizle Naim Süleymanoğlu’nun yaradılıştan gelen asalet ve tevazuunu belgeleyen bir anımı paylaşayım.
Yıl 1997... Aylardan Mart... Olimpiyat peşindeki İstanbul için rakibi olan kentler gibi “maaile” İsviçre’deyiz...
Bizim ağır topumuz Naim, Rio’nunki Pele...
Gecelerden birinde IOC’nin kokteyllerinden biri... Haber yorgunu meslektaşlarım otellerine çekilmiş ama ben foto muhabiri arkadaşım Murad Sezer’le birlikte Pele’nin peşindeyim!.. Yaşayan efsane ile randevusuz, habersiz röportaj yapacağım.
Bir güzel tanıştım Pele ile... Hatta şöhretinin zirvesindeki Naim ile ilgili biraz yokladım. Öve öve bitiremiyor futbolun yarı tanrısı halterin yarı tanrısını... Biraz önce görüp konuşmuşum, biliyorum ki Naim de davette.
“Sizi tanıştırayım, Türkiye de çok sevinir ikinizi bir arada görünce” dedim, “seve seve” yanıtı aldım Pele’den.
Kalabalığı yara yara Naim’i buldum ve Pele’nin tanışmak istediğini söyledim.
Gözleri parladı “hemen gidelim yanına” demez mi?
Tevazua bakın... Yahu o Pele ama sen de Naim Süleymanoğlu’sun. “Olmaz ayağına gitmek” dedim...
Murad kardeşimle acilen çare ürettik, o Pele’yi kerteriz aldığımız yere sürükledi, ben Naim’i götürdüm; ortada bizim “Olimpos” adını verdiğimiz yerde buluşturduk iki yarı tanrıyı.
Gerisi şahane...
Demem o ki, duruşuyla, sohbetiyle, nezaketiyle üzerinde ısmarlama takım elbise gibi duran asalet, aynı zamanda yüreğine sinmişti Naim’in...
Malum; en tepede en mütevazı olmayı başarmak yerçekimini yenip yüzlerce kiloyu kaldırmaktan zordu.
Demek sadece güç ve zeka ile Dünya’nın en büyük sporcusu olunmuyordu.
Işıklar içinde uyusun.
Kanıma dokundu!..
Futbolda “yorumculuk” denilen işi, oynanmış bir maçın taktik ve bireysel performansları üzerine ahkam keserek cüceleştirmek sağlam ve kolay bir yoldur.
Üstelik kendi görüşünü tasdik ettiği için vatandaştan alkış da alır.
Zor olan, herkesin gördüğünü süslü kelimelerle anlatmak yerine, taşın altına elini koyarak olması muhtemel işleri önceden yazmak ve makul bir isabet oranını tutturmaktır.
Ödülü yoktur... Öküzün altında buzağı aramaktan komplo teorisyenliğine kadar bir dizi suçlama da cabası.
Hatta ekstra bir zorluğu daha var bu tarzın.
Siz aylar önce yazarken burun kıvıranların, gün gelip işaret ettiğiniz olasılık hayata geçince, yeni ve çok doğru bir tespit edasıyla sizi tekrarlamalarına katlanmak...
Örneğin; Fenerbahçe’ye imza attığında “Fenerbahçe’nin bu sezon en büyük ihtiyacı coşku, o da Aykut Kocaman’da yok” şerhi koyduğum hocanın, bugün coşku eksikliği ile eleştirilmesi...
Veya bir ay önce fantastik davranış ipuçlarını değerlendirip “kendini hala Karabük’ün hocası sanıyor” diye eleştirdiğim İgor Tudor’un bugün aynı gerekçe ile yerden yere vurulması...
Aslında pek aldırış etmem ama bu sefer kanıma dokundu nedense.
Sporda Develioğlu markası
Sporda söz konusu “yatırım” olduğunda Devlet’e selam çakmak, laf “altyapıya” geldiğinde Altınordu’yu anmak otomatikleşti maalesef...
Oysa spor adına kendi çapında çalışıp çabalayanlar tükenmedi henüz.
Örnek mi?.. Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu...
Türkiye Spor Yazarları Derneği hizmet ödüllü Develioğlu, 13 yılda 6 dev spor kompleksi yapmış. Yetmemiş 20 okula spor salonu inşa etmiş.
Parklara konulan kültürfizik aletlerini ilk kez getirip halka açan da o... Dile kolay; toplam 55 spor parkı.
Bitmedi... Sporu vatandaşın ayağına getirmek işine, vatandaşı spora götürmeyi de eklemiş Develioğlu.
Belediyesindeki her okulun 4. sınıf öğrencilerini kendi ulaşım araçlarıyla alıyor, onlar için yaptırdığı 6 yarı olimpik havuza yüzme dersine götürüyor. Hedef Bahçelievler’de yüzme bilmeyen çocuk bırakmamak.
Doğal olarak ilçesinde 800 olan lisanslı sporcu sayısını 56 bine ve ilçeler arasında birinciliğe çıkarmış Başkan.
Efes Pilsen’in Koraç Kupası’nı, GS’nin UEFA Kupası’nı, Beşiktaş’ın Avrupa Kupası’nı anıtlaştırmış ki, gençler motive olsun başarılarının unutulmayacağını bilsin. Sırada Fenerbahçe’nin Avrupa Kupası var.
Az mı?..
Az veya çok izafidir... Asgari ücretlinin spor için ayıracağı beş lira, devletin beş milyarı kadar değerlidir.
Devletin spora yatırımları müthiş, Altınordu’nun altyapısı inanılmaz... Ama sağa sola iyi bakmak lazım ki, bir avuç spor gönüllüsünün çabaları görmezden gelinmesin, şevkleri kırılmasın.