Geçen sezon Fenerbahçe uçurumun kenarına kadar gelmişti... “Düşecek” falan dedik, aşağıya ağ gerdik ama kurtulmayı bildi. Çünkü işin acemisi de olsa betona çakılmış temel çivisi kadar sağlam, “devlet gibi” bir başkanı, asla ümidini kaybetmeyen taraftarı ve denenmiş, kendini ispat etmiş bir hocası vardı.
Şimdi Galatasaray aynı tehlikeli yerden aşağı bakıyor. Fenerbahçe’ye mi özendi, merak mı etti bilinmez... Stat falan gibi olumlu şeyler tamam da “dehşete” heveslenmek tuhaf!
Dile kolay... Son otuz yılın en kötü altıncı haftasını idrak etti Sarı-Kırmızılılar. Kendi sahasında Fenerbahçe’nin elinden zor kurtulmak da cabası!
Etliye sütlüye karışmayıp sadece “devamlılığı sağlamak için” görevlendirilmiş “kayyım” gibi Galatasaray yönetimini, safari turunda aslanları dikizlercesine durumu izlemekle yetinen taraftarını bilemem ama... Kolundan tutup çekecek olan, bulunduğu her yerde “zaferin veya kurtuluşun doğal sebebi” sayılan hocası...
Zaten aksini iddia etmek tüm Fatih Terim deneyimlerimiz ile yaşanmışları inkar etmek anlamına gelir ki, “şans-kader-kısmet” ile açıklanacak futbolun “lotarya”dan farkı kalmaz o zaman.
Peki Beşiktaş?
Tarihinin en kötü başlangıcını yaptığı ve beline kadar sarktığı uçurumdan onu kim kurtaracak?
Tükenmişlik sendromuna yakalanmış, morali bozulmuş, yarısı çoktan gitmiş, ismi kulüpte cismi evinde başkan mı?
Etkisiz, yetkisiz, şaşkın, başkana telefonla bile ulaşamayan yönetim mi?
Görev tanımını aşmış, durumdan vazife çıkarmış, tayin-terfi-azil işlerine girişmiş “her şeye muhalif” taraftarı mı?
Yoksa, bol paralar harcanarak alınan en büyük futbol tecrübeleri üzerinde yıllarca uğraştıktan sonra, bir süre “iyi futbol” oynatmak öte “başarı hikayesi” olmayan, hiç şampiyonluk görmemiş, avucuna konduğunda bile yakalayamamış gözü buğulu yeni teknik direktör mü?
Hangisi?
Durum ilaçsız gibi...
“Yeni-yine-yeniden” güzel güfte de önemli olan kim, nasıl, nereden başlayacak.
Valla o uçurumdan atlayarak negatif unsurların hepsini aşağıda bıraktıktan sonra tekrar yukarı tırmanmak sanki doğru olan.
O hale geldi Beşiktaş.
Artık “kuvvet-destek-mukavemet” noktaları yerinden oynamış bu kaldıraçla yükseltemezsiniz Beşiktaş’ı.
Hiç popülizm yapmayalım; taraftardan başlayalım... “Kabahatin çoğu da sende be güzel kardeşim” noktasındadır Beşiktaş taraftarı.
Seba’dan başlayarak ayağı aksayan her başkandan -eski hizmetlerine bakmadan- empatisini ve vefasını esirger olmuş, takımına değil kendine organize bir kitle sanki… Gücü büyük ama ancak barışık olduklarına faydalı. Dargın olduklarının canını acıtmak, onları aşağılamak, gelenek icabı.
“Taktıkları” bir başkanın veya hocanın Beşiktaş’ı terk etmesinden başka çare yok.
Sıra Fikret Orman’a gelmiş besbelli...
Bir zamanlar “ekonomi bakanı olsun” dedikleri adamı, paraları çarçur etmekle suçluyorlar, bir adım sonra zimmete geçirmekten yargılayacaklar.
Selefleri gibi kaçmak zorunda sayın Orman... Kararsızlığının tek sebebi, Beşiktaş’a eski hizmetleri. Kim ister eser ve başarı kattığı bir yerden kuyruğuna teneke bağlanmış gibi gitmek? Emekleri üzerinde şaibe bırakmaya kimin gönlü razı olur.
Durum ortada... Tam da Orman’ın dediği gibi “artık varlığı zarar verir hale geldi Beşiktaş’a”... Ama ona bağıranların haklılığından değil...
Ona bağırdıkları için sadece.
Futboldaki en büyük “erk” taraftar, ilahi gücünü Olimpos tanrıları gibi insani zaaflardan uzak tutamayınca, yer-gök birbirine giriyor kaçınılmaz olarak. En büyük zararı en çok gözetilen görüyor.
Yani Beşiktaş.
Hiçbiri olmayabilirdi Fikret Orman, Abdullah Avcı seçimini yapmasaydı...
Hiçbiri olmayabilirdi Abdullah Avcı, fantezilerini yaşama geçirmekle başlayacağına, takıma uygun bir futbol oynatıp skor alabilseydi.
Hiçbiri olmayabilirdi futbolcular Avcı’da istikbal görüp ona teslim olsalar, onun empoze ettiğini oynayarak başaracaklarına inansalardı.
Ve hiçbiri olmayabilirdi taraftar “yönetim de dahil her türlü değişim” işinden sadece yönetimin sorumlu olduğunu göz ardı etmeseydi.
Domino etkisi gibi...
Taşlar yıkıldı, Beşiktaş beline kadar uçurumun kenarında şimdi.
Çekecek, kurtaracak kimse yok etrafta.
Sergen mi?.. Avcı’yı gönderip onu alacak yönetim bile bulunmuyor şu anda; kaldı ki, Sergen Hoca’yı Beşiktaş’ın duvarındaki yangın baltası sanmak, sadece elindekinin kıymetini bilmemek değil geleceği de düşünmemektir. Herkesin aklı başındayken, iyi günde, hal vakit yerindeyken imzalanması gereken “gelecek sigortası” gibidir Sergen Yalçın.
Bugün bozanlar kurtarmalı Beşiktaş’ı.
Diyoruz da... Anlayan var mı?
Taraftar bağırıp çağırıyor.
Başkan kaçmaya çalışıyor.
Teknik direktör ağlıyor.
Düzelir mi?
Tabi... Beşiktaş’ın beline kadar sarktığı o uçurum aslında fay hattıysa, Marmara depremi olur uçurum kapanırsa, önü düzlenir, kalkıp koşmaya başlar bakarsınız!
Ne demişler; izahı olmayanın mizahı olur.