Beli bombalı, eli “Kaleş”li, beyni “reset”li vampirler, Paris’te sivil gördüler taradılar. Polis gördüler taradılar... Genç, yaşlı, bebe, gebe, taradılar.
Restorana girdiler sıktılar.
Müzikhole girdiler sıktılar.
Stada geldiler...
Giremediler iyi mi!.. Kapıda kaldılar.
Pimi orada çektiler mecburen.
Fransa - Almanya hazırlık maçına biletleri falan da vardı. Allah bilir akreditasyon da yaptırmışlardı. Girecekler biraz sıkacaklar sonra patlatacaklar, en çok canı tribünde alacaklardı.
Stade France’da canlı yayında...
Ne “sevap” ama!
“En büyük gösteri” diye hesapladıkları mekanda, lanetli bedenleriyle birlikte ancak birkaç masumun kanına girebildiler ki, ölümü göze almış yaratıklar için parçalanmadan önce müthiş bir düş kırıklığı olmalı.
Nedir bu?.. Futbolun şansı mı?
Hayır!
Hesaplamadıkları, “futbolun kendini çok iyi korumasıydı”... Hayli uzun zamandan beri futbol kendisini korumayı öğreniyordu çünkü. “Öz savunma teknikleri” geliştiriyor, stat güvenliğine kafa patlatıyordu.
Sebebi Holiganlar... Fanatikler. Tribün canavarı dediğimiz insanlar.
Hatta Avrupa’daki bizim akrabaların bile katkısı var!
İyi ki vardılar!..
Futbola en “hayati antrenmanı” onlar yaptırdılar hır çıkararak, taş atarak, sahaya inerek, stada maytap, meşale, çakı falan sokmaya çalışarak.
Saldırıda hayatta kalmayı öğrettiler.
Zorla, ite kaka, şov işlerinin SAS komandosu yaptılar futbolu.
Ne demişler; “bir musibet, bin nasihatten evladır”... Kimi, stadı üç bin polisle çevirip e-bilete, passolig’e kadar geldi bizim gibi. Kimi stada teknoloji taşıdı, kimi kaleye çevirdi futbol oynanan yerleri.
Açıkçası, “özgürlük/güvenlik” dengesi korunamayıp tribünler “yarı açık cezaevine” döndükçe, fena halde kızıyorduk holiganlara, fanatiklere, tribün canavarlarına... Hatta tedbir alanlara bile içerliyorduk.
Ama önlemler kaçınılmazdı.
Kime niyet, kime kısmet!.. Futbol teröristlerine kapanan kapı, dinci teröristleri dışarıda bıraktı Fransa’da.
Holiganlar, fanatikler, tribün canavarları sayesinde.
İçimden gelmiyor ama teşekkür etmek lazım hepsine.
Ne garip...
“Eksik olmasınlar” dediğimiz anda “yok olacakları” an geldi çattı onların da!
Çünkü 2015 Kasım ayı itibarıyla misyonlarını tamamladılar holiganlar, fanatikler, tribün canavarları.
Neden mi?
Birincisi, “korku/gerilim/baskı/şiddet” branşlarında “kırmızı başlıklı kız”dan bir farkları kalmadı.
Artık yeryüzündeki her metrekarede, her beşeri birliktelikte, sporda, sevinçte, tasada, masada, başka bir “hain kurt” var ki, babaanneden toruna kadar kimseyi ayırmadan parçalayıp yemeye odaklı.
Futbol teröristleri “nahif” kaldı... Şımarık / yaramaz çocuklar gibi.
Ne onlar dayanır artık bu imaja, ne de bizim kanlı katillerle uğraşırken yaramazlıkla ayıracak vaktimiz olacak.
Artık tüm evrenin işi, Papa’nın bile “III. Dünya Savaşı” diye tarif ettiği evrensel terörle uğraşmak.
Bununla da her yerde mücadele etmeyi, yaşamayı öğrenecektir insanlık.
“Önceden tahkim edilmiş mevziler hangileridir” diye sorarsanız; futbol derim ben.
En risklisi ama en tedbirlisi futbol.
Unutmayın; sebebi nefret ettiğimiz holiganlar, fanatikler, tribün canavarları.
Şansa bak!..
Kırk yıldır terörle kucak kucağa yaşadığımız yetmedi, kırk yılda bir play offsuz falan Avrupa Şampiyonası bileti aldık; Fransa’daki Euro 2016’da da teröre tosladık.
Biz alıştık.
Fransa tırsıp şampiyonayı iptal etmesin de...
Terörizm için Dünya arka bahçe zaten. Nereye kaçabilirsiniz ki? Önemli olan teröre karşı el ele ve olanca güçle mücadele ederken yaşamı mümkün mertebe doğal çizgide tutabilmek ki, bu da bir çeşit terörle mücadele.
Evet... Çağın vebası salgına dönüşmeye uğraşıyor.
“Polyana”lık boş!
Korkunun ecele faydası yok.
Sanki teröristler beynimi okurmuş gibi, sanki teröristlerin fikrime ihtiyacı varmış gibi, değil yazmak düşünmekten bile korktuğum “spora kan sıçratmak” eylemi Paris’te yaşandı ve artık “gizlisi, saklısı, yol göstermesi” kalmadı...
Belli ki...
Spor gösterileri, “terörün biçilmiş kaftanıdır” bundan böyle.
Terör ne arar?..
Kendisiyle mücadele eden, taraf olan, direnç gösterenden çok evinde-işinde- sporunda, imkanları oranında bir hayat süren ortalama kalabalıkların kulaklarına, kalplerine sızmak; “bana da olabilir” hissi yaratmak.
Hâlâ şaşarım bugüne kadar spora bu kadar az bulaştıklarına; tribünde/salonda infaz mangasının karşısındaki gibi dizilmiş insanlar varken!
Birinci neden futbolun aldığı tribün önlemleri ise ikincisi, cihatçı selefi terörizmin spordan bihaber olmasıydı her halde!..
Ne yazık ki, yavaş yavaş öğreniyor. Daha doğrusu kan kokusunu alıyor.
Apolitik, kendi halinde, yaşamın tadını çıkarmaya çalışan sıradan insanları terörün “üzüleni” olmaktan çıkarıp potansiyel “kurbanı” haline getirmek ve daha geniş kitleleri tedirgin etmek uzun süre kaçamazdı gözlerinden.
Futbolda başarısız olmaları engellemeyecektir onları.
Engellese bile futbolsever terörize oldu zaten.
Eksilmez artar bu ivme.
Paris’te ‘Stade de France’ Stadyumu’nda Fransa-Almanya Futbol karşılaşmasın 16. dakikasında başlayıp yedi ayrı noktada kan içen terör, hepimizin yaşamına yeni kısıtlamalar, çekinceler, endişeler koyacak besbelli.
Seyirciyi kaçırmak, rahatsız etmek pahasına, düğüm üstüne düğüm atılacak terörist çözemesin diye.
Kim bilir... Belki de terörizmin asıl amacı bu!.. İnsanlığın kendi kendisini kilitleyerek Dünya’nın “hapishane gezegenine” dönmesi.
Galatasaray adası
Galatasaray’ın Mekteb-i Sultani etiketli “Osmanlı genleri” harekete geçti...
Daha doğrusu Osmanlı’nın son dönemi!
Borç milyara vurmuş... Tefeciden borç alıp saray yapar gibi.
Yazın günde iki bin kişinin geldiği, 450 kişinin çalıştığı, üyelerin üçotuz paraya kullandıkları, yüzde otuz indirimli yiyip içtikleri, üstüne de yılda dört yüz bin dolar aldıkları Suada’nın işletmecisini çıkaracaklar...
Kira gelirini bir yana bırakın, üzerine en az 250 çalışan ücreti ödenecek, yıllık onarımı yüzbinlerce dolar tutacak, yüzelli- ikiyüz üyenin faydalandığı “Galatasaray adası” yapacaklarmış orayı.
Bir daha Sarı-Lacivert terlikli küçük bir kız falan giremesin diye!
Osmanlı’yı aştılar.
Ayranı yok içmeye, özel adasından girer denize!
Başkan olası gelmiyormuş!..
Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, “İnsanın başkan olası gelmiyor” demiş.
Çünkü haksızlık, adaletsizlik, almış başını gitmiş futbolda.
Peki...
Ancak, sahada ve söz verilen her mücadelede başarısızlık, saçıp savrulan paralar, kasti aşan zehir zemberek sözler, savcıları harekete geçiren tutumlar da var bir yandan...
Biz de “İnsanın sayın Hacıosmanoğlu’nu başkan yapası gelmiyor” mu diyelim o zaman?