Özgecan’ın fotoğrafı ile göz göze geldiğimde, her haberini okuduğumda/dinlediğimde, salaklar, sapıklar ve feci durumun faturasını siyasi rakiplerine kesmeye çalışan fırsatçı vicdansızlar dışında her dünyalı gibi boğulacak hale geliyorum.
O çocuğun korkusunu, acısını, çaresizliğini damarlarımda hissediyorum. Canlıyı eşya gören soysuzlara neler yapabileceğimi düşünüp korkuyorum.
Ben bireyim. Devlet değilim. İntikam istiyorum.
Bir de... Yaşı aynı... Öğrenciliği aynı... Saçı, kaşı, gözü, siması aynı bir kız babası olduğunuzu düşünün.
Tam da o durumdayım.
Kızım ve Özgecan durmadan paten yapıyorlar beyin labirentlerinde, işimi gücümü düşünmeme fırsat bırakmıyorlar. Kızımın başına gelmediği için şükretmeye utanıyorum.
Ruhumda fırtınalar. Acı, hiddet ve hatıralar...
Hep kendimi suçlamıştım. Paranoyak teşhisi koymuştum kendime... Demek ergen olmadan “alışverişe çıkmak istiyorum” dediğinde, onu olgunlukla uğurlayıp hayatımın en hızlı giyinmesinden sonra makul uzaklıktan ağaçları siper alarak izlemekte haklıymışım. İlk partisine gittiğinde saatlerce arabada bekleyip, “bir işimi hallettim dönerken uğradım” yalanımdan utanmamalıymışım.
Maalesef “en gelişmiş varlık” insan, zekasını ve gücünü başka insanlara zarar vermek için kullanınca ilahi sınırlar bile zorlanıyor ve ortaya insanlığın çukuru sapıklar/katiller çıkıyor.
Ben intikam isterim. Ama Devlet yapmamalı.
İdam etmeye, hadım etmeye Devlet adına karşıyım.
Gerek yok zaten!
Hatta, ağırlaştırılmış müebbet verip tek başına hücreye de atmayın mümkünse. Koğuşta ağırlayın sapık katillerimizi...
Mahpushanede kan davasından, namus belasından, kabadayılıktan, kaderden, sinirden yatan koğuş arkadaşlarının müşfik ellerine teslim edin.
Eminim, küserler, darılırlar biraz üzerler o sapıkları!
Yakıştı mı Yarsuvat’a?
Galatasaray Başkanı Duygun Yarsuvat’ı nasıl bilirsiniz?
Saygın, makul, uzlaşmacı ve güler yüzlü bir başkan değil mi?
Belki birikimi ve görmüş geçirmişliğinden, belki sınırlarını çizip geçici başkanlık sürecini asla uzatmak istemediğinden, popülizmden uzak, tartışmalara karışmayarak ve kim şampiyon olursa onu alkışlayacağını açıklayarak başkanlık denilen göreve asalet ile fazilet ekleyen biri.
İşte onu bile “zurnanın zırt dediği yere” getiriyor şu kulüpçülük işi!
19 yaşındaki basketbolcusuna iki tokat çakan, günler geçse bile nadim olmayan Galatasaray ve Milli Takım koçu Ergin Ataman’ın “arkasında” olduklarını açıklıyor başkan Yarsuvat.
Mealen, “iyi yapmış” diyor.
Ayıp olmasa “hocamızla gurur duyduk” övgülerine kadar uzanacak.
Referansı da yine Galatasaray’dan veriyor.
“Onbeş yıl önce Fatih Terim de UEFA’da kırmızı kart gören Emre’ye 35 bin kişinin önünde vurmuştu, ne yaptık?.. Hiçbir şey”!..
Pes yani!
Harca harca bitmiyor Fatih Terim.
Bir kere onbeş yıl önceki o harekete “tokat” diyen, ya tokat yememiştir ya da gırtlağına kadar demagoji içindedir. O darbe enseye şaplakla enseden itmek arası “sitemkar babacanlık” mesajlı bir davranıştı.
Tokat nasıl olurmuş siz gidin Göktürk Gökalp’e sorun.
Ardından Emre’yi yeniden bağrına basan bir Fatih Terim ile dövüp, kadro dışı bırakıp, hiç pişmanlık hissetmeyen ve spor kamuoyundan özür dilemek bir yana, kendisini onaylayanlarla övünerek spordaki şiddeti içselleştirmemize uğraşan Ergin Ataman’ın davranışı aynı mıdır?
Sayın Yarsuvat’ın amacı açıktır.
“Para yok, pul yok, teknik olarak en iyi hocalardan biri sayılan Ergin Ataman’ı kaybetmek yerine sopa yiyen genç basketbolcuyu harcarız; her durumda balkondayız” hesabı.
Yakıştı mı Duygun Yarsuvat beyefendiye?
Ataman’ın dediğine göre Basketbol Milli Takımlar Sorumlusu Harun Erdenay da yanındaymış tokatçı hocanın.
Aslında ne kadar yanında olduğu meçhul; “Galatasaray’ın sorunu” deyip sıyrıldı Milli Takımlar Sorumlusu.
“19 yaşında bir sporcu için tezgahı bozmama” durumu!
Kıssadan hisse(maalesef esefle);
Anlaşılan o ki, sporun adaleti de çalışmıyor.
İş sporculara kalıyor.
Varsa bir saldırı, hoca moca demeyin katlayın bırakın bir tarafa... Nasıl olsa sonunda siz haksız çıkıyorsunuz, hem sopa yiyip hem infaz ediliyorsunuz. Bari kanınızı yerde bırakmayın.
Ne kadar acı değil mi?
Galatasaray ve Basketbol Federasyonu’nun “kriz yönetme” tarzından çıkan sonuç, çok daha vahim krizlere “gel gel” yapıyor.
Temel içgüdü
Ben Aziz Yıldırım’ın yerinde olsam, açıklamalarımı TBMM Genel Kurul ses düzeni gibi “kesilebilen bir mikrofondan” yaparım. Başına da güvendiğim bir insanı koyarım...
Gözlerimi, jestlerimi, mimiklerimi izlesin, sinir katsayım artınca kapatsın mikrofonu.
“Kusura bakmayın, süreniz bitti sayın başkanım”!..
Kızar ama işe yarar.
Her konuşması makul ve mantıklı başladığı gibi Gaziantep maçı ardından yaptığı açıklamaya da aynen öyle girdi sayın Yıldırım.
Sormuş protestocu Fenerbahçelilere; “istediğiniz nedir” diye.
“Bilet pahalı” demişler.
Haklı... Belirleyen Gaziantepspor Kulübü, Aziz Bey’in ne suçu var?
Ama aynı tempoda sürmedi tabi... Konuşurken coşup, coşunca kimseyi tanımama geleneği, mikrofonun “çıt” diye kesilmesi gereken yere getirdi onu yine:
Hürriyet gazetesi ve yazarlarına giriştikten sonra genellemelere geçti alışıldık şekilde:
“Bundan sonra tavrım daha değişik olabilir, bunu bilin. Herkesi uyarıyorum, doğru yazın. Türkiye’de siyasi, ekonomik ve sporda, her alanda medya bitmiştir. Medyanın saygınlığı kalmamıştır. Sizin artık gazete kağıdından başka bir şeyiniz yok”.
Adeta “sıra dayağı”!..
Ağır ve incitici.
Cevabı var; lakin alınganlık da bir yere kadar. Karşılığını birinci derece muhataplar versin.
Medyada çıraklık devrini tamamlayan her meslektaş biliyor ki, Fenerbahçe güçlendikçe keskin sirke olur başkan. Hor görür, aşağılar.
O zaman, zihninin derinlerinde Fenerbahçe’nin ve dolayısıyla Aziz Yıldırım’ın eli güçlenmesin art niyeti taşıyan spor medyasını nasıl suçlar başkan? Etki-tepki, hatta hayatını sürdürmek gibi bir temel içgüdü meselesi.
Mikrofon kesici yetmez, sayın başkan’a bir ekstra adam tavsiyesi de “acaba bende hata var mı” terapisti.