Atletizm dünyasını bilemem ama Dünya’da aynı anda iki ülkeyi birden mest eden atletlerdendir Dünya şampiyonu Ramil Guliyev...
Altı yıldır TC kimliği taşıdığı ve müthiş başarısını Ay-Yıldızlı forma ile kazandığı için en başta bizi... Sonra doğduğu ve ölene kadar kalbinde taşıyacağı Azerbaycan’ı.
Hisler karşılıklı!
Tıpkı bizim gibi bir tek Azeri olduğunu sanmıyorum Guliyev’in madalyası için göğsü kabarmayan. Sadece Azerbaycan Atletizm Federasyonu tatsızdır belki. Çünkü hiç kolay olmadı Guliyev’in Türk vatandaşlığına geçişi.
Azerbaycan Atletizm Federasyonu öfkeden köpürmüştü.
Bir yıl sonra 2012’de Londra’da düzenlenecek olan Olimpiyat Oyunları’nda Türkiye’yi temsil edebilmesi Azerbaycan Atletizm Federasyonu’nun iznine bağlıydı ve izin çıkmadı.
Kardeş ülkenin atletizm sorumluları “Yavrusunu” severken öldürecek gibiydi. .
O sıralarda “Fenerbahçe olmasa atletizmi bırakırdım” diyordu Guliyev. Aziz Yıldırım’ı ikinci babası sayıyordu.
Fenerbahçe onu kucakladı ve bu mutlu güne kadar gelebildik neyse. Bizim kadar Azerbaycan Federasyonu da minnettar olmalı şimdi Fenerbahçe’ye.
Doğru zamanda doğru işi yapan kim peki?.. Aziz Yıldırım...
Tutku ve kararlarının peşinden taviz vermeden koşan Başkan.
Burası Türkiye... En samimi tutkuların en önce tartışıldığı, her şeyden şüphe edilen ülke.
Ne kadar gerçekti Aziz Yıldırım’ın bu amatör tutkusu, “ne kadar faydalı”dan öne alınmıştı tabi!
Başkan’ın dilinden düşürmediği “amatörleri” siyasi ve sosyal baskı unsuru olarak kullandığı şüphesi herkesin içini kemiriyordu. Bu kadar futbola angaje bir başkan, amatörlere de samimiyetle yer açmış olabilir miydi kalbinde?
Yoksa futboldaki muhtemel başarısızlıklar için yedekte mi tutuyordu amatörleri? Futboldaki ezeli rakipleri karşısında her zaman işe yarayacak bir “joker” olarak mı görüyordu. Onlar üzerinden Devlet’ten para koparmaya mı çalışıyordu? Vs...
Guliyev sadece dünya şampiyonu olmadı.
Aziz Yıldırım’ın amatör sevgisinde “Türkiye Şampiyonu” olduğu gerçeğindeki tüm çekince ve şüpheleri bir anda sildi attı.
Şampiyonluktan dakikalar sonra canlı yayına bağlanan Aziz Yıldırım, ne Fenerbahçe’yi methediyordu ne de ezeli rakiplere gönderme yapıyordu... Sadece bu sportif olayın büyüklüğü karşısında gözyaşı döküp çocuğu yaşındaki atlete saygı duruşunda bulunuyordu.
Aziz Yıldırım’ı seversiniz sevmezsiniz ama onun amatör sporları en az futbol kadar gözetip sevdiğinden ve -asıl önemlisi- doğru veya yanlış hiçbir şeyi içinden gelmedikçe söyleyip yapmayacağından şüphe duyamazsınız.
Az buz meziyet değil şu konjonktürde.
Kocaman sorular!
*Acaba Volkan Demirel kendine ve Fenerbahçe’ye puan kaybettiren “kurtaramayışını” yapmadan önce nadasa çekilse ve lige kalede Kameni ile başlansa, Fenerbahçe taraftarı şimdi “Volkan mı Kameni mi kötü” yerine “hangisi daha iyi” sorusunu soruyor olmaz mıydı?
*Acaba denenmiş ve şimdiye kadar “futbol kabızlığından” başka sonuç vermemiş savunma önündeki Mehmet Topal- Josef Souza ikilisini bir kere daha denemek ve geri dönülemeyecek hale getirmek yerine, geri çekip ileri iterek hem bu iki futbolcunun hem takımın daha umutlu bir başlangıcı mümkün olabilir miydi?
* Acaba lige hazır olma tarihini ligin beşinci- altıncı haftalarına vererek taraftarı iki aylık acı şerbete talim ettirmek ve bunu ilk maçta hiç de “alışma ve uyum” sürelerine ihtiyaç duymamış Göztepe’ye iki puan kaybetmek yoluyla ispat etmek yerine, sıra dışı bir teknik direktörlük planıyla mutlu bir başlangıç yapılamaz mıydı?
* Soruyorum; çünkü teknik direktörlüğün “eldekilerden maksimum verimi alacak” öngörü ve önlem müessesi olduğunu düşünüyorum. Ekici, Giuliano, Soldado’yu babam da bekler!
Çağırın yabancı hakem!..
Türkiye’nin en iyi hakemi Cüneyt Çakır “ince kesime” bile gerek duymamış, Beşiktaş’a en kalın ve kaba tarafından “torpil” yapmış... Ne penaltı penaltıymış, ne de faul faul!.. Doğramış Antalyaspor’u.
Valla benim televizyon öyle göstermedi. Penaltı, Antalyalı futbolcu topa dokunmadan Cenk’in pozisyonunu bozduğu ve temas çok küçük olsa da Cenk koştuğu için etkisi katlandığından, asla öttürülmeyecek düdük değildi.
Öbür ceza alanında yaşansaydı verir miydi Cüneyt Çakır?
Ne malum!.. Oldu da vermedi mi?
Yatay konuşmalar bunlar... Mis gibi “hakem mühendisliği” kokan, fikir yükseltmek yerine ait olduğu kimliğe onay devşirmeyi amaçlayan, su gibi akıp giden, az ötede kuruyan efelenmeler.
Tabi, “yabancı hakem lazım” türünden “tehditler” içermese!
“Bundan böyle Beşiktaş’a penaltı falan verirken kılı kırk yarın, en kısa sürede bizim takıma da aynısından düşük kıvamlı bir penaltı çalın... Yoksa ekmeğinizle oynarız” demek istiyor kerameti kendinden menkul futbol adamları.
İyi... Yabancı hakem çağırın.
Yarın FİFA’ya heyet yollayın, UEFA’ya dilekçe yazın “bıktık hakem hatalarından, lütfen bize en iyi hakeminizi yollayın” deyin!
Kimi görevlendirirler?
Büyük bir ihtimalle Cüneyt Çakır’ı!..
Yahu yerkürede “en iyi” dediğiniz üç hakem varsa biri Cüneyt Çakır.
Siz gemiyi yürüten kaptanla uğraşırken denizin dalgalarına, geminin deforme olmuş saçlarına, inleyen şaftına, dönmeyen dümenine falan bakmıyorsunuz.
Avrupa’daki elit liglerin iki misli faulle, ortalama on dakika fazla dura dura, seyircisi varsa sahaya gire gire, yoksa tadı tuzu olmadan oynanan bir ligde, üstelik oynamaktan çok oynatmamak için demode “adam adama” metotlar naftalinli sandıklardan çıkarken, Dünya’nın en iyi hakemi de olsa bu kadar işte.
İşe niye hakemden başlıyorsunuz?
Arda hazır; ya biz ?..
Beni alakadar etmez Arda Turan’ın Fatih Terim ile bilmem kaç yıldır süren bilek güreşi...
Birincisi... Son kozunu oynayıp Milli Takım’ı bırakarak dengesini iyice bozduğu Terim’i kendi ayağına kurşun sıkacak hale getirmesi ve Milli Takım’dan “kovulmasını” kolaylaştırması önemlidir.
İkincisi... Arda’nın bu operasyon sırasında spor gazeteciliğinin duayen bir ismine saldırması.
Evet... Sonuca bakarsanız Arda başarmıştır.
Ama ne uğruna?
Futbolda ve gazeteci-futbolcu ilişkilerinde “yapılmayacak şeyler” çıtasını epey yükselterek... Milli Takım’ın “bekasını” kişisel meselelerinin eşiti veya altı görerek.
Arda şimdi Milli Takım’a dönmeye hazır olabilir.
Biz hazır değiliz henüz.
Diyeceksiniz ki, “Milli Takım’ı düşünmüyor musun”?..
Emin olun, sadece onu düşündüğüm için.