Galatasaray’ın kupası “süper” de... Konya’da poposu tokatlanıp sezonun ilk nefesini “ağlayarak” alan futbolun“atmosferi” hâlâ zehirli, hâlâ sağlığa zararlı, belki eskisinden beter!..
Kim bu veletler?.. Beşiktaş otobüsünü taşa tutup dört kişiyi bıçaklıyorlar yollarda. 15 Temmuz gecesi Köprü’de, Belediye önünde, Özel Kuvvetler merkezinde vatandaşı katledenlerden ne farkları var?
Hem de bu millet “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” diye tankların altına yattığı, 20 milimetrelik Cobra toplarına boya mermisi “paintball” muamelesi yaptığı bir süreçte ve futbol gibi teferruatın da teferruatı bir işte...
Tam da “kardeşlik hukuku artık Türkiye’nin yeni mizacıdır”sandığımız günlerde...
Görüntüleri var... Yakalayıp teste sokmak lazım; zeka özürlü değillerse mutlaka Fetö’ye çalışıyorlar.
Tamam... Hoşgörü ve centilmenlik adına çok zorlu bir sınavdır futbol!..
Rekabet dozunu ayarlamanın en aklı başında adam için bile çok güç olduğu, zevki tarafgirlikle artan, kışkırtıcı/heyecanlı bir oyundur...
Kötü davranışın yaptırımı bile yoktur... Küfür, bela, nefret, itiş kakış, hatta şiddet, toplum gözünde “kulüp sevgisi” ile “maç heyecanı” filtrelerinden süzülüp adeta hoşgörüldüğünden suç ve ceza kavramları Oğuzhan’ın çalımları kadar karmaşıktır.
Üstelik futbol geçmişimizde çok kötü alışkanlıklarımız vardır.
Hepsine tamam... Ama nerede yaşıyor bu adamlar?
Yenikapı’da şer güçlere ve bölünmeye “başka kapıya” diyen bu milleti de mi göremiyorlar, duyamıyorlar?
“Münferit olay” falan demesin kimse... O salaklar yakalanır... Yaralananlar iyileşir... Otobüsün camları yenilenir. Asıl önemlisi, “tılsımı” bozdular!..
15 Temmuz’dan beri kişisel bir neden olmadan birbirlerine giren ilk TC vatandaşları oldular. Açık söylüyorum; böyle kritik bir dönemde nifak ve provokasyona bu kadar açık, memleket meselelerinden bu kadar bihaber insanların, futbolu “bir bölen” yapmalarına izin verilmemelidir.
Konya’da anlaşıldı ki, deplasman yasağı, kaldığı yerden başlamalıdır.
Statta olan bitenler sokaktaki kadar ağır değildi neyse ki…
Sorumlular Süper Kupa’ya tam bir devlet ve spor adamlığı hassasiyeti ile hazırlansa da... Demokrasiye, şehitlere, kardeşliğe vurgu yapan koreografi ve pankartlar muhteşem olsa da... Tempolu, mücadeleli gibi gözükse de doğru dürüst pozisyonu bile olmayan ilk yarıya damgasını vuran iki şey vardı:
Beşiktaş’ın verilmeyen penaltısı ile sahaya atılıp oyunu durduran meşaleler. O kadar ki, Muslera çıldırıp kale direğinde krampon kırdı uzatmalarda.
Yani, orta boyutta ve tekrarlanan bir tribün terörü daha... Ve yapanların üzerinde otobüsü taşlayanlarınki gibi Galatasaray forması.
Ne oluyor?.. Niye bu kadar gergin Galatasaraylılar?
Her iki hocanın da “aman gol yemeyelim” diye başladığı maçın tam yarısında Şenol Hoca, Kerim’in yerine Quaresma’yı oyuna sokarak kazanmayı hatırladı ama Şampiyonlar liginde oynayan Beşiktaş’a bozuk para gibi pozisyon harcayan, penaltıyı bile atamayan Cenk yerine iyi bir santrfor lazım belli ki. Gel de Gomez’i arama...
Galatasaray ise Bruma ve Sneijder’in sırtına binerek oynadığı maçta geçen sezondan kalan daha oturmuş takımın avantajıyla karşılık verdi ve uzatmalara kadar oyunu dengeledi.
Maçı yönlendiren, taktik değil futbolcuların psikolojisi ve gayreti haline geldi uzatmalarda. O yüzden bir devresi Galatasaray’ın diğeri Beşiktaşındı.
Süper Kupa’nın sahibini penaltılardaki hatalar belirledi. Kazanan final deneyimi genlerine işlemiş Galatasaray... Açıkçası ilk maç, sıcak hava, uzayan maç, kolay değildi henüz “olmamış meyva” kıvamındaki iki takım için de...
Zaten Süper Lig’e en hazır olanlar, bilerek veya bilmeyerek Fetö’ye hizmet eden holiganlar.