Sokrates tarzı bir ikna yöntemi var Galatasaray Yöneticisi sayın Sedat Doğan’ın... Zeka labirentlerine çekip mantık sürüklemesiyle insana “insan olmadığını” kanıtlayan, üstelik bunu kendisine söyleten antik deha sanki...
Bozuk kalıp, kötü mürekkeple basılmış bir milyonuncu nüsha ayarında ama fark etmez!
Burası Aziz Nesin’in ülkesi!
***
“Cevap verin, Mandela kimdi”?..
-Evrensel boyutlarda mücadele ve siyaset adamıydı.
“Hangi yönüyle bilinir Dünya’da”?
-Irkçılığa karşı mücadelesiyle.
“Peki ölümünde saygı ve sevgilerini belirtmek için tişörtlerine ‘Teşekkürler Madiba’ yazan Drogba ile Eboue’yi ceza kuruluna sevk etmek Dünya’yı bilmemek, bu ülkeyi rezil etmek değil mi”?
-Galiba.
“Aynı zamanda İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğü maddesine aykırı değil mi bu futbolcuların “yas”ını ilan etmesini engellemek.
-Öyle mi?
“Suç işlemiştir TFF”!..
Süper!
***
Özgüvenli insanlara bayılırım. Ama özgüven, akıl ve belagat ile desteklenmiş olmalı ve muhataplarında “aptal yerine mi konuyoruz” hissi yaratmamalı.
Mandela başımızın tacı...
Drogba ve Eboue’nin yas tutması en doğal hakkı.
Göğüslerine yazdıklarının altına imza atarım.
Her şey tamam da...
Sedat Doğan kalibresinde bir hukuk adamı Futbol Federasyonu da dahil her kurumun tüzüklerle, kurallarla yönetildiğini bilmez mi?
En büyük “insan hakları ihlalcisi” TBMM o hesapla!.. Daha düne kadar kadın milletvekilleri pantolon giyemiyordu.
Koskoca Galatasaray yöneticisi bilmiyor mu “izinsiz mesajların” ceza kuruluna verilmesi gerektiğini.
İyi mesaj, kötü mesaj değil... İzinsiz her mesaj.
***
Daha da vahimi; buradan bir başka sonuç çıkmıyor mu:
Neden izin için bir telefon bile açılmadı Federasyona?
Sizin primleri sorduğunuz adam, mesaj yazarken size danışmıyor mu yoksa?
Ya “Terim’i özledik” yazsalardı?
Ya da “Bıktım Türkiye’den” falan...
Haberiniz vardı, Federasyon kurallarını bilmiyorsanız o başka.
***
Sayın Doğan’ın, muhtemel bir Juventus yenilgisini, ceza kuruluna verildikleri için Drogba ve Eboue’nin bozulan morallerine bağlamasına ne demeli?
“Usta işi” mi, “Cingöz Recai” mi?
Yahu “müebbet” almazlar ki...
Aslında sadece bir “uyarı” gelebilirdi usulen; ama “Sedat Doğan’ın keskin zekasından ve belagat kabiliyetinden korkmak” sonucu çıkacağı için, ben olsam en ağırından keserim.
Ziya Paşa ile bitirelim:
“Sen alemi kör, herkesi sersem mi sanırsın” sayın Doğan?
Sesi görenler ve Turkcell
Benim için kocaman bir anı albümünden farksız olan yarım asırlık yarenim Moda sokaklarını adımlarken karşı kaldırımdan bir hanımefendi, yanındaki kilolu gençten ayrıldı ve bana doğru seğirtti.
Başının hizasına yükseltip salladığı üç parmağı olmasa, bir tuhaflık yoktu bunda! Semtin çoğu akrabam gibiydi.
Saliseler içinde kadının kimliğini arşivdekilerle eşleştirmeye çalıştı nöronlarım, ama sonuç negatifti. Tuhaflık iki katına çıktı.
Son iki adımda dublaj yapabildi nihayet:
“Üç aralık sizin için ne ifade ediyor”?..
***
Hoppalaaa... Bir kere “veri” eksik!
Siyasi bağlamda mı, sportif mi, Osmanlı tarihi, Cumhuriyet tarihi, İkinci Dünya Savaşı?.. Hangisi? Zaten tuhaflık hoşuma gitmemiş, tepkim refleks olarak gelmişti:
“Ağrı Aşağı Küpkıran Köyü’nün kurtuluş günü olabilir mi” yanıtımı ağzımdan çıkınca duydum ve fazla ayıp olmasın diye sonuna bir gülümseme koydum!
Cesaretlendi... Cehaletime üzülmüş ifadeyle “Dünya Engelliler Günü” dedi.
“O yüzden mi yürüyüşüme engel oluyorsunuz” cümlesi çıkmak üzereyken engel oldum.
***
Sadede geldi:
Bilmem ne derneği üyesiydi ve yanına kattığı engelli yoldaşıyla birlikte yardım topluyordu.
Şu iletişim çağında bundan daha berbatı olabilir miydi, toplumu toplumun içindeki dezavantajlılar konusunda bilinçlendirmenin?
On kağıdı bastıran, görevini yapmış bir vatandaş olarak bir yıl aklına bile getirmeyecekti konuyu, seneye de bir alt sokaktan bulurdu yolunu!
Veya “bana ne” falan tarzında sorundan kopup iyice uzaklaşma...
***
Neyse ki, Engelliler Günü’nü insana makbuz uzatmadan akıl ve beceriyle yüreğimize kazıyan insanlar, kurumlar vardı...
Vicdanımıza değil gururumuza oynayan şampiyon engelli sporcular mevcuttu bu ülkede.
Aynı sabah, gecikmiş, gidememiş, ekrandan seyretmiştim “Sesi Görenler”in muhteşem organizasyonunu.
Duygulu, gururlu ve yapıcı.
Turkcell’in Görme Engelli Ligine adını vererek sponsor olduğunu çok iyi biliyordum. Seneye Brezilya’daki Dünya Şampiyonası’nda milli forma giyecek görme engellilere sahip çıktığını öğrenmiştim. Sponsor olmakla kalmayıp, sorunu olumlu yüzüyle evlerimize kadar taşımasına tanık olmuş, saygı duymuştum. Bu iş böyle yapılırdı...
Hanımefendiye anlatmadım...
“Haberin varsa sorun çözülmüş demektir” çağında, burnuma uzatılmış makbuzu görmeden de üç aralık tarihinden haberim vardı yani.
Bravo görme engelliler, bravo Turkcell.
Fethiyespor amacına ulaştı!
Nasıl açıklamışlardı Fethiyespor yöneticileri göğüslerindeki “Yüce Atatürk” yazısını?
“Unutulan bazı değerlerimizi hatırlatmak istedik”.
Helal olsun hepsine.
Sonuna kadar başardılar.
En sıkı “Atatürk Düşmanları” bile, “yer ve zamanlama” konusunu eleştirseler bile, Mustafa Kemal’in “yüceliğini” ikrar ettiler.
Elbette futbol kuralları gereği disipline verilecekler. Lakin bedeli göze alınan bazı “suçlar” yüz kızartmaz, onur verir.
Bizim kalbimizde beraat etmişlerdir.
Her suç böyle olsa keşke.