Galatasaray Başkanı Dursun Özbek lisenin Geleneksel Pilav Günü’nde “Bana bundan sonra futbol ve transferle ilgili soru sormayın. Alp Yalman sizin için doğru adres olacaktır” dedi.
Ne var bunda demeyin!.. Bunun adı “yetki ve sorumluluk devri”.
Alp Yalman kulüpte çalışmaya başlayan bir profesyonel değil ki, “onun yaptıkları benim haneme yazılır” diye rahat rahat onu adres gösteriyor sayın Özbek...
Alp Yalman da eski bir başkan. Yani onun bilançosu ayrı.
Transferi başarırsa, Florya’yı yoluna koyarsa, iyi bir de hoca bulursa, kimse “bravo Dursun Başkan’a” demeyecek; “Alp Yalman varken Dursun Özbek’e ne gerek var” diye soracak emin olun.
Aksi olursa, Yalman ceketini alır gider; fatura Dursun Başkan’a...
Galatasaray’ı bilmem ama sayın Dursun Özbek açısından olumlu bir yönü yok bu yöntemin.
Kendisini Galatasaray’da en çok ihtiyaç duyulan süreçte güçlü başkan ve kurtarıcı lider pozisyonundan uzaklaştırmaktan başka bir getirisi olmayacak.
Böylesine yetki ile futbolu ve Florya’yı Yalman’a teslim eden, Alp Yalman’ı adeta “eş başkan” ilan eden Dursun Özbek kulüplerimizde defalarca denenmiş ama asla bize uymamış “iki başlılık” gibi bir garabetin içine girdiğine pişman olacak; ne yazık ki geç kalacak.
Sahi sayın Özbek bundan sonra ne iş yapacak kulüpte?.. Muhasebe müdürlüğü mü?
Gelelim Galatasaray’ın “muhtemel” transferlerine!
İlk olarak Alex Song ve Edin Dzeko... Yalman, Song’un menajeri Darren Dein ile görüşecekmiş. Bonservisi Barcelona’da olan Song’un sembolik bir ücretle alınması için çalışacakmış.
Ardından Edin Dzeko’nun menajeri ve Manchester City yetkilileriyle bir görüşme. Bosna Hersekli golcüyü geçen sezon Roma’ya kiralayan City’ye de benzer teklif sunulacakmış.
Ve yıllık 2.4 milyon Euro teklif edilen Rus stoper Roman Neustadter’den cevap alınacakmış.
Ne diyelim... Geçen sezonki İbrahimovic’in transferini hatırlıyor insan.
Yahu, Galatasaray’ın 1/6’sı kadar borcu olan ve Galatasaray ile benzer UEFA gözaltısındaki Fenerbahçe “ancak 10 milyon harcarız” diye taraftarlarına gözyaşı vaat ederken, Galatasaray’daki bu bolluk nereden?
Çok basit... Davul Dursun Özbek’in boynunda, tokmak Alp Yalman’ın elinde olunca, kaynak yaratma derdinden azade elbette en iyi transferi yapmaya çalışacak Yalman.
Aslında gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendi Alp Yalman’ın Florya’dan/futboldan sorumlu olmasıyla. Yalman’dan bir tek başkan olur Galatasaray’a, Florya sorumlusu olmaz. Eş başkanlık bile iyi durmaz ki, gömleğin etek düğmesine gelince iyice belli olacaktır.
Futbol genlerimizi hatalı dizdik!
Hep etrafını dolandığımız ama bir türlü yanıtını bulamadığımız en büyük futbol sorumuz/sorunumuz nedir?
Küfür, şiddet, saldırganlık...
İstisnalar kaideyi bozmaz... Avrupalı futbolu faşing gibi kutlar, eğlenir, keyif alırken, biz niye ölmeye gideriz stada?.. Niye en adi küfürlerle vokal yaparız, neden kavga eder, neden birbirimizi bıçaklarız? Neden rakip takımların taraftarı olarak karşı tribünlerde bile oturamayız?
Rivayet muhtelif!..
Akdenizliyiz deriz ama yarımız zeytinyağı yememiş, Akdeniz’i görmemiş. Hem Akdenizli her ülkede futbol azgınca mı yaşanıyor. Oralarda olay çıkıyor ama bir avuç marjinal grupların marifetiyle... Bizde kulübün yerini bilmeyen, hayatında maça gitmeyen adam takım tartışmasında bir temiz dövebiliyor muhatabını.
Başka yanıt bulamadığımızdan “yöneticiler sebep oluyor” diye uzun süredir avuttuk kendimizi. Şimdi yöneticiler “küfür polisi” kesildi aynı tas aynı hamam.
Bu işin altında başka işler var belli ki...
Diyordum ki, Gençlik ve Spor Genel Müdür yardımcılığından emekli sayın Atilla Ferah’ın kitabında buldum yanıtı.
Kitabın ismi “Payitaht İstanbul’dan Başkent Ankara’ya vatan topraklarında oynanan oyun; FUTBOL GENLERİMİZ”
Müthiş bir araştırma tabi…
Ve bir bölümünde bu ülkenin en büyük futbol sorusu/sorununa yanıt var, paylaşayım:
Özetle diyor ki sayın Ferah, Avrupalı futbolu bir oyun olarak icat etmiş… Yardımlaşma, kurallara uyma, rakibe saygı gibi medeni alışkanlıkları geliştirme futbolun yan ürünü onlarda...
Biz İngiliz işgali sırasında görmüşüz. İsyanımıza ve başkaldırımıza sembol yapmışız. Nasıl oynanacağını falan atlamışız, sonuca odaklanmışız. Kazanmak ve kurtuluşa alt yapı/moral sağlamak için çıkmışız sahaya. Kurulan takımların hedefinden belli:
“Türk olmayan takımları yenmek”, “İşgal kuvvetleri takımlarını ülkemizde mağlup etmek” gibi günün şartlarına uygun felsefeler edinmiş futbolcularımız.
İşe de yaramış...
Ama “yenmek” genlerimize hançer gibi saplı kalmış. Bir türlü oyun, yardımlaşma, rakibe saygı kategorilerine geçememişiz...
Bugün futbol genlerimizin yapı taşları çatılırken “ihtiyaca göre” şekillendirilmesinin sonuçlarını yaşamaktayız.
Elalem futbolu eğitimde kullanıyor, biz futbolun kendisini eğitemedik henüz.
Bence müthiş bir teşhis...
Geriye kalıyor tedavisi.
Nasıl olacak?
Tıpkı Eurovizyon gibi. İlk katıldığımızda bir numaralı memleket meselesiydi. Puan vermeyen kasıtlıydı. Şarkıyı beğenmeyen haindi. Düşmanlar bizi sonuncu yapmıştı.
Gide gele alıştık, daha hoşgörüyle bakar olduk.
Hem davranışlarımız düzeldi hem de sıralamamız.
Şampiyonalara katıla katıla da futbolumuzdaki gereksiz genden kurtulacağız mutlaka.