Evet... Fenerbahçe’nin sezona mağlubiyetle başlama nedeni, en başta Fenerbahçe yönetimidir.
Pereira ile zamanında yollar ayrılmamış, onun transferleri, onun 3-5-2’siyle sezonun eşiğine gelinmiş, bir haftadan kısa süre kala takımın başına yeni hoca Advocaat getirilmiştir.
Fenerbahçe, Başakşehir maçına teknik direktörsüz çıksa mağlup olmayabilirdi inanın!..
Bu demek değildir ki, Advocaat kötü bir hoca... Tam tersi belki... Muhtemelen çok iyidir. Zaten kimsenin Pereira gibi olmayacağı kesindir. Lakin yeni bir elbise bile provasız uymaz insana. Öğrenecek, anlayacak, tartacak, eldekini en iyi kullanma yollarını arayacak. Başakşehir’e tek ayak üzerinde yakalanmıştır hem Advocaat hem de Fenerbahçe.
Yani zaman lazım adama.
Hele rakipleri tanıma... Ona daha aylar var.
Özetlersek, Fenerbahçe yönetimi Fenerbahçe takımını almış, zamanda günümüzün iki-üç ay öncesine koymuş, deneme yanılma metotlarına mahkum etmiştir ligin gümbür gümbür devam ettiği sırada.
Teşhis tamam da... Tedaviye gelelim!..
Sırtında yumurta küfesi olmayanların tavsiyeleri doğrultusunda acil tarafından bir on numara, bir de hücum kanadı alınması, elbette çözümlerden biridir ama sahaya bakıp eksik ne varsa alınacaksa Advocaat gibi bir tecrübeye neden emanet edilmiştir Fenerbahçe?
Kjaer’i satıp Fenerbahçe orta sahasına/forvetine yama yapmak, Fenerbahçe ruhuna uygun “özveri-yardımlaşma-kondisyon-sistem sahibi” bir takım yaratmak yerine dolaptaki elbiseyi ütülemeye üşenip yeni elbise almak gibidir. Oysa Advocaat’ın işi sahip olunanı zevkle gururla giyilecek hale getirmektir.
Tabi zaman gerekir.
Bu süreci kısaltmanın da çareleri var tabi...
Advocaat’ı futbol zekası ve bilgisi üst düzeyde bir Fenerbahçeli ile çalışmaya ikna edersiniz ki, hocanın kendisi de düne kadar danışman statüsünde görev aldığından bu işe hiç yabancı olmamalıdır- takımı, rakipleri tanımasını hızlandırır, şu geçiş dönemini minimum hasarla atlatırsınız.
Yok mudur asıl niyeti hocanın ayağını kaydırıp yerine geçmek değil, işini kolaylaştıracak bilgileri vermek olan bir zeki Fenerbahçeli?
Diyeceksiniz ki, “Başkan yapar zaten”!..
Hayır... Maaşı verenin tavsiyeleri istediği kadar yerli yerinde ve yapıcı olsun bilgilendirme değil emir olarak algılanır. Bu da ilişkilerde ne akort bırakır ne kimya... “Al o kadar biliyorsan kendin yap”a kadar gider iş.
Fenerbahçe üzüm yemek istiyorsa bilgi verecek birini yanaştırmalıdır Advocaat’a.
Fenerbahçe taraftarlarına düşen ise en azından milli maç arası bitene kadar sabırdır.
Pereira’ya sabretmiş insanlar bunu haydi haydi yaparlar!
Değerli kanaat önderlerine gelince...
Kimse Grasshoppers maçına bakıp “bitti bu iş” diyerek Fenerbahçe’yi şampiyon ilan ettikten sonra Başakşehir maçına bakıp transfer listeleri hazırlayanlar gibi aculluk etmemelidir.
Fenerbahçe için değil... Kendileri için.
Sonra ciddi şekilde açık düşebilirler çünkü.
Gereken sabır, gerçek olan emek, kolaylaştıracak olan Fenerbahçe teknik kadrosuna yeni akıllar eklemektir.
Olmazsa... Yine aşılır hocanın acemilik süreci ama geride kırılmış kalpler ile fikri takip yüzünden müzmin muhalifler bırakarak.
Deplasman yasağı
Sezon kalplere yazılmış “Demokrasi şehitlerini” anarak ve saygı duruşunda bulunarak başlıyor... Ama darbe girişiminden bu yana bir bomba Elazığ emniyetini havaya uçurmuş, bir bomba Gaziantep’teki düğünü kan gölüne çevirmiş.
Benzerleri ile tıka basa dolu hafızamız... Artık katliamları, pusuları, kumpasları listelere bakmadan hatırlamakta zorlanır durumdayız. Hiç durmadan Güneydoğu illerinden gelen şehit haberlerini takip etmek bile tam gün mesai gerektiriyor.
İçimiz yanıyor.
Toplumsal travmanın tam ortasında, Cumhuriyet tarihimizin en büyük tehlikesinin eşiğinde, haince alınan hayatların sağında solunda yanı başındayız.
Birileri “darbe, bölünme veya iç savaş” seçenekleri sürüyor önümüze.
Tek güvencemiz, düne kadar bozmak için uğraşmasak da korunmasına/onarılmasına hiç katkı vermediğimiz kardeşliğimiz.
Olağanüstü halde olağanüstü gergin, endişeli, acılı bir ülkede top santrada yürekler ağızda başladık lige.
Düğün kalabalığını bile “toplu katliam hedefi” olarak görebilecek kadar pespayeleşmiş insanlık düşmanları, futbol kalabalıklarına aynı gözle bakabilir mi diye gümbürdüyor yüreğimiz.
Diyelim ki, bu bir araya gelen herkesin riski...
Peki, tek güvencemiz olan kardeşliğimizin futbol rekabeti üzerinden erozyona uğratılması ihtimali?.. Her sosyalleşenin futboldaki gibi küfür etme, kavga etme ihtimali yok ki. Futbolda kuvvetle muhtemel maalesef.
Ve biz, taraftar kavgasıyla son kozumuzun yıpratılmasına, tehlikeye atılmasına asla izin veremeyeceğimiz günlerdeyiz.
Mantık, çok daha nahif nedenlerle bir zamanlar icat ettiğimiz “deplasman yasağını” yasakların insan onuruyla bağdaşmayacağını bile bile, gerekirse üzülerek en azından şu olağanüstü günlerde yeniden uygulamalıyız demiyor mu size de?
Hem de istisnasız tüm maçlarda!..
Neden mi?
Gerilimi düşük maçlarda kaldırıp, yüksek tansiyonlu maçlarda tekrar yürürlüğe koymak makul ve mantıklı gözükebilir ama iş futbolun rekabetine gelince mantık arama... Taraftarlık, ülkemizde motivasyonunu mağdur edebiyatından alan bir olgudur ve sıradan maçlarda serbest bırakılıp gergin maçlara getirilecek deplasman yasağı, yeni “mağduriyetler” sonucu yeni gerilimler doğurur.
İyisi mi, yasakta adalet olsun!
Kulüpler, taraftarlar da kusura bakmasın.
Milletçe Sırat Köprüsü’nden geçtiğimiz şu günlerde, kardeşliğimizi/dayanışmamızı zedeleyecekse ne futbolun ne kulüplerin ne de şampiyonlukların kıymeti harbiyesi “olağan günlerdeki” kadar olur.