FIFA’dan Trabzonspor’a transfer yasağı gelmeseydi Muharrem Usta olağanüstü kongre kararı alır mıydı, bilmiyoruz. Usta aday olmayacağı sinyali verse de, kararında siyasetin tavrı etkili olacak. Şu ana kadar o kanadın netleşmiş bir fikri yok.
Fanatik Trabzonsporlu olduğunu bildiğimiz Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın bir süredir maçlara geldiği hâlde Usta ile görüşmediği iddia ediliyor. Başkanın siyaset kulvarında iletişimde olduğu en etkili kişi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu. Yani Usta’nın hükümet kanadı ile ilişkileri eskisi gibi güçlü değil. Tabii en belirleyici makamın düşüncesi de önemli!
Böyle bir süreçte Usta’nın ortaya attığı “herkes kendi dönem borcunu kapatsın” teklifi bence kuru bir gürültü. Medyaya malzeme, gündem değiştirme taktiği. Kimsenin bir kuruş vereceği yok. Zorlarsanız alacaklı bile çıkabilirler!
Rakamları telaffuz etmek kolay. 40-50 milyon eurolardan bahsediyoruz. Türk lirası cinsinden 200 milyon lira filan. Bunları ayrı ayrı ödeyecek “babayiğitler” olacağını sanmıyorum. Zaten o gücü olanlar görev yaptıkları dönemlerde Trabzonspor’u bu denli borçlandırmak yerine ellerini ceplerine atar, transferde kendi paralarını kullanıyormuş gibi titiz, hassas ve cimri davranırlardı.
Tescilli başarısızlık
Şimdi tribünlere oynamak ve restleşmek, vicdanlarda ibra edilmeyen icraatleri temize çıkarma gayretinden başka ne amaç taşıyabilir ki? Büyük umutlarla ve 50. yılda şampiyonluk vaatleriyle yönetime gelen Muharrem Usta ve ekibinin, bunca desteğe rağmen başarısız olduğu aşikâr. Tıpkı kendisinden önce yine aynı yöntemlerle seçilen ve kulübü ağır bir borç yüküne sokan İbrahim Hacıosmanoğlu gibi. “Önce sen öde, sonra ben öderim” tartışmaları başarısızlığın tescilidir aslında.
Her şerde bir hayır vardır derler ya. Geçen hafta önermiştim; göreve talip olanın ilk seçim vaadi, FIFA yasağını en az birkaç dönem uzatmak olmalıdır. Trabzonspor boş söylemlerle günü idare ederek kurtulamaz. Bir Beşiktaş örneği duruyor karşımızda. Vizyon sahibi, uzun vadeli programını sabırla camiaya anlatacak, özkaynaklarına yönelip “fedakârlık” isteyecek ve yapacak bir anlayış şart. Aksi takdirde, bazılarının umut bağladığı Katar sermayesi bile kaldıramaz cenazeyi!
2003 Trabzon, 2018 İran!
26 Mayıs 2003 tarihi, acı ve gözyaşı barındıran feci bir uçak kazasını anımsatır. Trabzon’un Maçka ilçesinde İspanyol barış gücü askerlerini taşıyan Ukrayna uçağı düşmüş, 75 kişi yaşamını yitirmişti. O korkunç ana tanıklık edenler olay yerine koşmuş ve bir can kurtarabilir miyiz gayretiyle çalışmalara katılmıştı. Ne yazık ki, Pilav dağı hüzüne bürünmüştü.
Üzücü kaza sonrası o dağa bir Türk- İspanyol dostluk anıtı dikildi. Maçka’da ise hayatını kaybeden Ukraynalılar için anıt yapıldı. Aradan yıllar geçse de ülkelerinden gelen İspanyol ve Ukraynalılar bu anıtları ziyaret edip, Trabzon halkına şükranlarını sunar.
O dönemlerde sosyal medya yaygın değildi. Tvitır-mivıtır yoktu. Ahlaki çöküş hızlanmamış, insanlar ölenin arkasından konuşmayacak kadar saldırganlaşmamış, kötülük zihinleri bu denli işgal etmemişti.
Geçen hafta Türk özel jeti İran topraklarında düştü. Pırıl pırıl canlarımız gitti. Bir zamanlar özellikle teşvik edilen medya trolleri, “bizden olmayanların uğradığı her kötülük mübahtır” diye harekete geçti. İnsanlıktan çıkmış bu varlıklar, yüreklere düşen ateş alev alev yanarken, karınlarında bebek taşıyan iki kadının da aralarında olduğu 11 vatandaşımıza dil uzatma, hakaret yağdırma rezilliğinde birbirleriyle yarış etti.
Aynı saatlerde İran’da sosyal medyada “Onlar artık bizim kardeşlerimiz”, “Aileleri izin verirse uçağın düştüğü yere anıt dikelim” mesajları ile yaşanan acılar paylaşılıyor, örümcek ağı bağlamış kafalara insanlık dersi veriliyordu!
Biz nasıl ve ne ara bu hâle geldik demiyorum. Yıllardır beyinlere nakış gibi işlenen nefret figürleri bugün toplumun bir bölümünü bizi biz yapan değerlerden kopardı ise, bu iklimi oluşturanların maskeli tepkilerine lanet ediyorum sadece! Yazıklar olsun...
Derbinin şifresi; 50 metre karede!
Bugünkü derbi öncesi teknik adamların taktik savaşı gibi, medya da kağıt üzerinde oynuyor maçı. Herkesin farklı görüşü var. Hakem üzerinden maçın sonucu kurgulayanların sayısı da az değil.
Sezonun kalan üç büyük maçtan biri bu akşam Kadıköy’de. Fenerbahçe’nin bu statta ezeli rakibine Galatasaray’a 19 yıldır yenilmiyor olması hocasına ve futbolcusuna motivasyondur kuşkusuz. Lakin salt motivasyon yetmiyor kazanmak için. Kazanmak sözcüğünün altını çizmek gerek, çünkü Fenerbahçe’nin puan kaybetmesi durumunda şampiyonluk rüzgarı ters esecek, rakiplerin alacağı sonuçları bekleyerek geçecek süreç, takıma ekstra stres yükleyecektir.
Stres demişken, bence Fenerbahçe’nin en büyük kozu, Galatasaray’a göre çok daha profesyonelce yönettiği gerilim politikası olacak. Tribün desteğini de alarak gerginlikten avantaj üretmeyi bilen oyuncu sayısı bir hayli fazla. Taktik, teknik, fizik. İki takım da hafta boyu zaten bunlara çalıştı.
Aykut hoca saha kenarında sakin bir insan. Sevincini bile belli etmeyecek kadar kontrollü. Fatih Terim’i hepimiz biliyoruz, öfkesini ve tepkisini gizlemeyen bir kişilik. Üstelik kulübesi de hırçın. Fitil saha kenarından ateşlenir ve kıvılcım yeşil zemine sıçrarsa, bu kesinlikle Fenerbahçe’nin işine yarayacaktır.
İki takımın kozlarına gelince. Bu tip maçlarda yıldız oyunculardan beklenti yüksek olur. Ancak “herkes işini yapsaydı” diye başlayan cümleler genellikle “hayal kırıklığı” ifadeleri ile noktalanır. Bireysel performanslar elbette belirleyicidir; ancak mücadele etme, geriye düşse bile tepki verme gibi faktörler, koca bir sezon oynayacakları 5-6 önemli maçta profesyonellerin asli görevi ve sorumluluğu olmalıdır.
Bazı maçlar soyunma odasında kazanılır. 50 metre karelik o mahrem yerde yaşanacaklar da etkili olacaktır derbi sonucuna.