Maçın 60. dakikasından sonra Başakşehir orta sahayı teslim almış, Trabzonspor’un gardı düşmüştü.
Teknik Direktör Ersun Yanal bu bölgeyi güçlendirmek adına Zeki’yi yanına çağırmış, son taktikleri vermeye çalışıyordu. Değişikliği beğenmeyen Rodellega ise aynı anda ısındığı yerdeki bayrak direğini tekmelemekle meşguldü.
Ama o ne? Tribünler “Hugo, Hugo..” diye bağırmaya başlamaz mı?
Yanal çok sinirlendi bu tepkiye. Zeki’yi geri gönderip, Hugo Rodellega’yı çağırttı ve geçti kulübeye.
Her takımda “papaz” diye nitelendirdiğimiz, kendini diğer oyunculardan, hatta teknik direktöründen üstün gören, vazgeçilmez olduğunu düşünen ve taraftar ile arasındaki bağı kullanıp, adını ayrıcalıklı bir yerde konumlandıran futbolcular vardır.
Süper ligden sayısız isim sayabiliriz. Galiba Trabzonspor’da daha çok erken olmasına karşın, Rodellega soyunmuş bu role!
Az kişi bilir. Devre arasında Rodellega’nın alınmasına sıcak bakmamıştı Ersun hoca. Belki de haklı gerekçeleri vardı. Buna rağmen, başkan ve yönetimin tribünleri heyecanlandıracağını savunduğu transfer gerçekleşmiş, camia memnun, Yanal ise kırılmıştı.
Patron kim?
Kayserispor maçında iyi oynadığı bölümde oyundan alınmasına sinirlenen ve çıkarken taraftarın da protestosunu cebine koyarak Yanal’a “papazvari” tepkiler gösteren Rodellega’nın, hocasından özür dilediği yolundaki haberlere itibar edilmemesi gerektiğini geçen hafta gördük!
Bu takımın patronu kim? Yanal mı, Hugo mu?
Kadroyu kim kuruyor, taraftar mı teknik direktör mü?..
Eğer futbolcu ile hoca arasında bir güç savaşı başlamış, yönetim bu gidişe el koymamışsa, gelinen nokta yadırganmamalı. Yerel medyanın bir bölümü ve bazı taraftar gruplarının Yanal için başlattıkları “istemezük” kampanyasına, Başkan Muharrem Usta’nın “hocamızın arkasındayız” şeklindeki yanıtı, artık bana pek inandırıcı gelmiyor.
Yaptırımlar zamanında ve etkili uygulanmazsa, hem hocanın otoritesi zedelenir, hem takımın tadı tuzu kaçar. Yanal’ın böyle bir ortam yaratılmasına izin vereceğini sanmıyorum. Hele de, yerine alternatif arandığı bilgisine ulaşmış ise!
Son yıllarda teknik adam ve futbolcu değirmenine dönen Trabzonspor, özlediği huzura dış seslere ve hâlâ çöplükte gözü olanlara kulak vererek ulaşamaz.
Kurumsal kimlik ve her konuda uzmanlaşmış profesyonel kadrolar şart. Aksi takdirde müzenizdeki kupalara haciz koymaya kalktıklarında, kulüp için en ağır hakaretlerden biriyle karşı karşıya kalır, üzülürsünüz.
Başkan, geçmişteki her olumsuzluktan bir ders çıkararak, ustalık döneminde gereken önlemleri almalı. Trabzonspor yıllardır “papazlardan” ve camia üzerinden rant devşirenlerden çok çekti. En kritik süreç, sezon bittiğinde başlayacak. Hadi bakalım kolay gelsin...
Kulağa küpe olsun!..
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hafta içinde 8. Uluslararası Türk Dil Kurultay’ında çok önemli bir mesaj verdi. Son yıllarda ülkemizde inşaa edilen yeni spor tesislerine verilen “Arena” adına tepki gösterdi ve aynen şu ifadeleri kullandı:
“Bir özentidir gidiyor. Kendi dilimizin zenginlikleri varken bu özentilerle adeta, biraz ağır olacak ama hayvanların yarıştırıldığı malum Avrupa’daki arenaları kalkıp spor salonlarında isim olarak kullanmak pek de kibar değil, şık değil.”
Doğrusu ya, her Arena sözcüğünü duyduğumuzda biz de aynı şeyleri geçiriyorduk içimizden.
Peki Türk Dil Kurumu nasıl tanımlıyor Arena’yı?
“Boğa güreşi, yarış vb. gösteriler yapılan alan”, “Siyasi çekişmelerin geçtiği yer.”
Hangisi uyuyor bize? Savaşı mı özlüyoruz, sporla siyasetin sürekli birlikte anılmasını mı?
Elin Alman’ı, Fransız’ı, Polonyalı’sı kullanıyor ya; biz de atlamışız üzerine, sanki o yapılara “görkem, ihtişam, olağanüstü bir anlam” katacakmış gibi.
Üstelik adı geçen statlarda yarım asırdan fazladır asılı duran, “Atatürk” ve “İnönü” tabelalarını indirerek!
Örneklerden sadece iki tanesi... Bursa Atatürk Stadı olmuş “Bursa Arena”, Malatya İnönü Stadı olmuş “Malatya Arena.”
Ne zaman yapıldı bunlar? Belki üç, bilemediniz son beş yıl içinde! Ve kimsenin sesi çıkmadı, itiraz gelmedi o dönemler. Ne yaman çelişki değil mi?
Cumhurbaşkanı’nın uyarısının dikkate alınmama ihtimali yoktu. Sayın Erdoğan’ın da sabrı hâkeza. Kendisinin ne kadar tezcanlı olduğunu biliyoruz. Dün ilgili bakana talimatını verdi ve “Arena” özentiliğine son noktayı koydu.
Garip bir millet olduk. Doğruları illa birileri dürterek gösterecek. Sonra da, ezile büzüle yola gelinecek!..
Böyle mi olmalı yani?
Çok yaşa Nevzat hocam
Bazı dostluklar vardır. Yıllanmış şarap gibidir. Zaman geçtikçe değerini daha iyi anlar, paylaşmaktan keyif alırsınız. Prof. Dr. Nevzat Gözaydın da benim için öyledir. 80’lerin başında üniversite sıralarında başlayan öğrenci-hoca ilişkisi, aradan geçen 40 yıla yakın zamanda saygın bir diyaloga dönüştü. Hayata dair çok şey kattı bize. Hâlâ her cuma günü ziyaretime gelir, “Aç şu yazını bakalım” der ve illa düzeltilecek bir nokta, bir virgül bulur.
Nevzat hocam Türk Dili, Folklor ve Halk Edebiyatı, Dünya Edebiyatı gibi konularda ülkenin yetiştirdiği en yetkin bilim insanlarından biridir. Yaptığı araştırmaları, yayınlanan sayısız eseri ve Türk Dili üzerine çalışmaları, nihayet 80 yaşında karşılığını buldu.
8. Uluslararası Türk Dil Kurultayında, Türkiye ve yurt dışından 12 bilim insanına “Türk Diline Üstün Hizmet Ödülü” verildi. Gözaydın, ülkemizden bu ödüle layık görülen 6 akademisyenden biri oldu.
O, yetiştirdiği öğrencilerinin yıllar sonra geldikleri yer, üstlendikleri sorumluluk ve makamları ile gurur duydu hep.
Şimdi sıra bizde. Seninle gurur duyuyoruz, var ol hocam...