Trabzonspor’un Avrupa kupalarından men edilmesi kararının doğru irdelenmesi gerekir.
Bir; bordo-mavili kulüp UEFA’ya verdiği taahhütleri yerine getirmediği için bu cezaya çarptırılmıştır.
İki; UEFA kulüp başkanı tanımaz. Muhatabı Trabzonspor kulübüdür.
Üç; Ağaoğlu yönetimi UEFA’ya verilen sözleri takip etmekle yükümlüdür. Kulübün mali tabloları iki sezondur kâr gösterse de, Finansal Kontrol Komitesinin şartlarını karşılayamadı. Bu aşamada ciddi bir ihmal söz konusudur.
Dört; Kulüpler Finansal Kontrol Kurumu (CFCB) Yargı Komisyonu, UEFA’dan bağımsız bir organdır. Ne UEFA başkanı Ceferin, ne Trabzonspor taraftarınca suçlanan Servet Yardımcı, kararları önceden bilebilir veya müdahale edebilirdi. Kimse hayali düşman aramasın. (Oradaki sistem bizdekine benzemez!)
Beş; Trabzonspor’un cezayı kaldırmak için az da olsa şansı var. Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi’ne (CAS) yapılacak itirazın olumlu sonuçlanma ihtimali mevcut. Sağlam bir hukuk ekibinin hazırlayacağı savunma, son iki yılın artıya işaret eden bilançoları, TFF Kulüp Lisans ve Finalsal Fair-play kurulunun verdiği onaylar ve Uluslararası Bağımsız Denetleme Kurulu raporları CAS’a sunulursa, umut artabilir.
Altı; Türkiye Futbol Federasyonu kesinlikle Trabzonspor’un çıkarlarını savunacak ve işbirliği yapacaktır.
Yedi; En kötü senaryo budur. Ortada gerçek olmayan beyan iddiaları dolaşıyor. İhtimal vermemekle birlikte doğru ise, Trabzonspor için Avrupa hayal olur. UEFA yanlışı affeder ama yalanı asla!
Hesabı sorulur
Başkan Ahmet Ağaoğlu’nun futbolcularına verdiği “Siz şampiyon olun, biz sizi şampiyonlar ligine götürelim” mesajı, camianın öfkesini dindirmek ya da gazını almak için verilmemiştir. Taraftara sunulmuş bir güven mektubudur.
Ceza, takımın motivasyonunu bozmamalıdır. CAS’tan çıkacak karar ne olursa olsun, gerçek Süper Lig şampiyonluğudur. Bunu da tarih yazar.
Alınacak sonuçları şimdiden cezaya bağlamak ise teslimiyettir, acizliktir.
Bu arada, Ağaoğlu’dan önce görev yapan son iki başkan ve yönetiminin “Trabzonspor sevdalısı” olarak kulübe verdikleri zararı da anımsatmakta yarar var.
Bugün yaşananlar onların eseridir. Ve bordo-mavililer Avrupa’ya gidemez ise, kamuoyu önünde hesabı sorulmalıdır.
FIFA ve UEFA ayrı telden çalıyor!
Amerika’da siyahi George Floyd’un polis tarafından boğularak öldürülmesine tepkiler, dünyanın her yerinde çığ gibi büyüyor.
Irkçılığın merkezi olan ABD’nin kötü sicili, son olaylardan sonra daha da bozuldu.
Futbolun patronu FIFA’dan ise anlamlı bir açıklama geldi. Floyd’un öldürülmesine sahada tepki gösterecek futbolculara herhangi bir ceza verilmemesi için kulüpleri ve federasyonları uyardı. Takdir edilecek bir farkındalık yarattığını söylemeliyim.
Ya UEFA’ya ne demeli? Türkiye terörle mücadelede binlerce şehit vermiş bir ülke. Son olarak A milli takımın Arnavutluk ile oynadığı maçta asker selamıyla gol sevinci yaşayan futbolcularımıza soruşturma açmak tam bir rezillikti.
“Ne alâka?” diyenler olabilir. Çok alâka.
Bir tarafta terör, diğer yanda ırkçılık. İkisi de dünyanın başına bela olmuş, tedavisi güç, virüsten beter hastalıklar.
Bir yanda FIFA, diğer tarafta UEFA. Söz konusu insan hayatı ise, benzer hassasiyeti göstermek zorundalar.
Ülke adı ve ten rengi gözetmeksizin, cana kasteden kim olursa olsun reaksiyon vermek tüm futbol ailesinin görevi olmalıdır.
UEFA ikiyüzlüdür ve bu konuda sınıfta kalmıştır, nokta!
Aniden “A”normalleştik!
31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece yarısından sonra, Koronavirüs gerçekleri mi değişti? Tabii ki hayır!
Virüs aynı virüs, ülke aynı ülke, insanlar aynı insanlar.
Sadece dakikalar içinde adına “yeni normalleşme” denen bir hayat tarzına geçtik ışık hızıyla.
Geçtik de, dünyayı dize getiren bela hâlâ aramızda değil mi?
Sağlık Bakanlığı’nın günlük bildirimlerinde Covid-19’un seyri aşağı doğru gitse de, yine yüzlerce insana pozitif teşhis konuyor, yine onlarca ölüm haberi gelmiyor mu?
Durum böyle iken, hiçbir şey olmamış gibi 5 ay öncesine dönülmesi, akıllara zarar bir duyarsızlıktı.
Yetkililer maske takın, sosyal mesafeyi koruyun (en az 1.5 metre) derken, işine gitmek zorunda kalan insanları toplu taşıma araçlarında burun buruna seyahat etmeye zorlamak, kafeleri doldurmak, virüs üzerinde yeni bir deney mi acaba?
Evet; ekonomi canlansın, futbol başlasın, toplum özlediği hayata dönsün, balık tutsun, parklarda serinlesin, sahilde tur atsın, uzun zamandır göremediği dostlarıyla hasret gidersin de...
Bunu Koronavirüs’ü yok sayarak yapmaya kalkarsak, daha ağır bedeller ödeyebiliriz.
Onca sağlık emekçisinin özverili çalışmalarını ve yitirdikleri yaşamlarını hiçe sayarak. Ve her şeye sıfırdan başlayarak.
Şu çok net; işin ciddiyetini anlayamadık, yaşananları şaka sandık, virüsle dalga geçmeye kalktık!
Yok hükmünde!
Net söylüyorum. 1 Haziran tarihi benim için yok hükmündedir. Kendim, ailem ve sevdiklerim için önerilen tedbirlerden en ufak taviz vermeyeceğim. Benim gibi düşünen milyonlar var, biliyorum.
Peki de; birer canlı bomba gibi aramızda dolaşan taşıyıcı veya bulaştırıcılar ne olacak?
Onlar yüzünden ikinci dalga gelirse, evlerinde hapis olan 65 yaş üzeri büyüklerimize müebbet mi vereceğiz?
18 yaş altı gençlerimizi daha ne kadar kontrol edebileceğiz?
Umarım ve dilerim, peşi sıra açılan pandemi hastaneleri boş kalır!
12 Haziran’da başlayacak maçları yerinde takip edecek medya mensuplarına bile korona testi uygulanır, hakemler zorunlu karantinaya alınır, takımlardan her hafta temiz raporu istenirken, normalleşme adına getirilen “gevşemeyi” kaygıyla izliyorum.
Yarın da futbol maçlarının seyircili oynanması kararı çıkarsa şaşırmam diyecektim ki, “Nihat abi” beni yanıltmadı!
Günün sözü;
“Tüp dolu kamyonun kasasına kaynak yapan millete Korona’yı anlatamazsınız.”