Haberde yıllardır birlikte çalıştığım takım arkadaşım Nevzat Dindar’ın imzası vardı. Camianın en güvenilir gazetecilerinden biridir. Galatasaray kulübüne yakınlığı ve sağlıklı bilgiye ulaşma yöntemleri ile tanınır.
Sevgili Nevzat’ın manşetinde, Fatih Terim yakın çevresine gücüyle ilgili mesaj vermiş ve “Arkamda 25 milyon var” demiş. Bu kadar iddialı olduğuna göre, vardır bildiği hocanın.
Sarı-kırmızılı kulübün başkanı ile teknik direktörü arasında geçmişe dayanan, ancak son dönemde fitili ateşlenen yeni bir gerilim gündemde. Fatih Terim’in Malatyaspor maçı sonrası yaptığı açıklamalar büyük ses getirdi. İşin orada kalmayacağı belli idi.
Dedikodu kazanı fokurdamaya başladı. Kimileri isyanı transfer taleplerine bağladı, bazıları mayıs ayındaki vedaya işaret etti. Hatta hocanın başkan Mustafa Cengiz ile güç savaşına girdiği yorumları yapıldı.
Gerekçe ne olursa olsun, Fatih Terim’in mevcut durumdan huzursuz, mutsuz ve şikayetçi olduğu aşikâr. Yoksa patron mu ki, her konuda fikir beyan etsin?
Deneyimli teknik direktörün büyük resimdeki gerçek hedefinin Galatasaray kulübü başkanlığı olduğunu cümle alem biliyor.
Bu ideal bazılarını rahatsız edebilir. Avrupa’da ses getirmiş onlarca örneği var. Futbolculuktan kulüp başkanlığına giden, çileli bir yol söz konusu. Tartışmaya açılırsa, “Terim’in neyi eksik?” diye sorarlar.
Kapılar açılır!
Terim kaptanlığını yaptığı formayı yüzlerce kez terletmiş, hoca olarak A Milli Takımla tarihi başarılar yaşamış, sarı-kırmızılı ekibin başında UEFA Kupasını kucaklamış, ligde sayısız şampiyonluklar tatmış, “Türkiye Futbol Direktörü” unvanı almış donanımlı bir futbol insanıdır.
Hırslıdır, kolay pes etmez, başarı uğruna hırçınlaşabilir, amacına ulaşmak için acımasız olabilir ve cin gibidir. Bu profil bana, ülkemizdeki siyaset tarzını çağrıştırdı.
Neden olmasın? Terim siyasete atılamaz mı? Üstelik her parti böyle bir seçmen potansiyeline sahip adaya kapılarını ardına kadar açar.
Terim, peşinden gelecek 25 milyon kişiden söz ediyor. Hadi dörtte biri oy kullanma yaşında olmasın. Nereden baksan 15-16 milyon cepte demektir! Vekil de olursun, bakan da! Hatta...
Fikrimi sorsalar, taş yerinde ağırdır derim. Fatih hocayı siyasetin gri ve puslu koridorlarında değil, yeşil sahalarda görmek isterim.
Lakin hayat bu belli olmaz; rüzgar öyle bir yönden, öyle kuvvetli eser ki, sizi alır düşlerinizin ötesine taşır.
Ya da tersini düşünün; tüm hayallerinizi süpürüp götürür!..
“Altın” bir ordu var!
Futbolun idari işler cephesinde komedi sürüyor. Pandemi bahanesiyle kulüplere verilmedik taviz kalmadı. Talimatlar yap-boz tahtasına döndü. Son olarak ligler statüsü değiştirildi, 16 yabancıya vize çıktı. TFF Başkanı sevgili Nihat Özdemir kusura bakmasın, bugün elini veren yarın kolunu kaptırabilir.
Peki her şey mi bu denli kötü? Kışın ayazında içimizi ısıtacak bir şeyler yok mu? Olmaz mı? Bakmak değil, görmek önemli. Görüp değer vermek önemli.
Yabancı oyuncu istilasına direnen, futbolun geleceğini düşünen, altyapıya gösterdiği özenden taviz vermeyen bir Altınordu gerçeği var.
Son 8 yıla dair rakamlar vereceğim; 1. lig temsilcisi sezon başından bu yana Süper Lige 6 futbolcu sattı. Toplam 30 milyon gelir elde etti. Hepsinin ikinci satışlarından yüzde 20 pay hakkı var. Üreticiden tüketiciye “temiz” ticaret!
Altınordu Futbol Akademisi’nden yetişen 80 futbolcu, şu an liglerimizin çeşitli kulüplerinde forma giyiyor. Bunların 59 tanesi değişik kategorilerde milli olmuş.
Başkan Mehmet Seyit Özkan zorlu ekonomik şartlarda kulüp felsefesini yaşatmaya gayret ederken, bir yandan da bacanın tütmesi için uğraşıyor.
Bu bir ayrımcılık değil, tercih; “yabancıya hayır” diyor, öz kaynaklara yöneliyor.
Altınordu zaman zaman gündeme gelmemeli. Hep gündemde olmalı. Avrupa’nın takdir ettiği, bizim kulüplerin ise nimetinden faydalanmaya çalıştığı bu futbol endüstrisi ayakta kalmalı, yaşamalı.
Sayın Özdemir camia sizi “futbolun abisi” olarak tanır. Öyle olun, öyle kalın. Sadece Süper Ligi değil, topyekün futbolu kucaklayın.
Birileri sizi seçebilir, ama ayakta tutacak olan futbolun gerçek emekçileri ve kıymeti bilinmez çilekeşleridir.
Küçük balığın kılçığı!..
Bursaspor’un tarihe geçen lig şampiyonluğuna dek futbolu kendi oyun alanları, diğer kulüpleri de arka bahçelerinin süsü gibi gören dört büyüklere son travmayı geçen sezon Başakşehir yaşatmıştı.
Ve gördüler ki masa başında ne kadar güçlü olurlarsa olsun, saha içinde kalanların da borusu ötebiliyordu bir şekilde!
“Büyük balık küçük balığı yutar” derler ya. Türk futboluna uyarlaması “Güçlüler güçsüzleri ezer, ortadan kaldırır ya da tahakküm altına” alır şeklindeydi.
Dört büyükler birbirleriyle didişmenin yanı sıra, olası rakiplerin de önünü kesmek için her yolu kullanmayı mübah gördüler. Ses çıkaran yoktu, federasyon babalarının çiftliği idi, kurullarda onların borusu öter, yayın gelirlerinden aslan payını paylaşmak istemezlerdi.
Artık herkes kimin ne yaptığının farkında. Tıpkı etik ve ahlaki olmayan yöntemlerle futbolcu “ayartmak” gibi. Galatasaraylı Oğulcan’ın Ç.Rizespor’dan transferi aşamasında yaşananlar ortada. “Yaptım oldu” dönemi bitti. Bakın, bazen adaletin de terazisi doğru tartıyor!
Kolay değil!
İkinci örnek, Terih Terim’in İrfan Can Kahveci itirafı. Milli oyuncunun Başakşehir ile 2024 yılına kadar opsiyonlu sözleşmesi var. Oyuncuya talip iseniz, doğru adrese gitmelisiniz.
Başkan Göksel Gümüşdağ’a göre İrfan’ı takas yolu ile vermek, “ezeli rakibinin” hedeflerine hizmet etmektir. Başakşehir küçük balık olmadığına göre!..
Ne diyor başkan; “Avrupa şampiyonası’nda değerini yükseltebilir. 15 milyon eurodan aşağı satmayı düşünmüyoruz.”
Galatasaray bu bedeli ödeyebilir mi? Türkiye’de hiçbir kulüp veremez.
Dahası, “paran kadar konuş” deyip fiyakasını bozarlar adamın.