İddia ediyorum; Alexander Sörloth Trabzonspor’a gelmiş geçmiş en değerli yabancı golcülerinden biridir. Hatta, sezon tamamlandığında takıma yapacağı katkıların artacağını düşünerek, en değerlisi olacaktır diyebilirim.
Eminim, transferine aracılık eden ve onay verenler dahil, gösterdiği performansı hayal dahi edememişlerdir.
Ama Sörloth piyangonun büyük ikramiyesi oldu Trabzonspor için.
İstatistikleri ve maliyeti ortada. Milyonlarca euro bonservis bedeli ödeyip kafasını taşlara vuranlara nispet, maliyeti sudan ucuz.
Crystal Palace kulübüne geçici transfer bedeli olarak iki yıl için ödenecek para 750 bin euro.
Sörloth’un gelecek sezon resmi maçların yüzde 50’sine ilk 11’de başlaması halinde, 6 milyon euro bonservis bedeli ile transferi söz konusu olacak. Norveçli golcü, iki sezonda toplam 3 milyon euro ücret alacak.
İngiliz ekibi bu koşullarda bir anlaşmayı kabul ettiği için pişman mıdır bilemem ama, Sörloth’u kaçırdıkları için dizini döven ve onu kıskançlıkla izleyen “büyük” kulüpler olduğunu biliyorum.
Mevcut sözleşme koşulları olmasa, iddia ediyorum Crystal Palace’ın kapısını çalıp “Kuzeyin oğlunu” kızlarına isterlerdi.
Var mı böylesi?
Gelelim Sörloth’u değerli kılan meziyetlerine;
Henüz 24 yaşında olmasına rağmen, değme golcülere taş çıkartacak özelliklere sahip. Hızlı, güçlü ve pozisyonu sezme yeteneği var. Yerden ve havadan çok etkili.
Sadece atmıyor, attırmayı da seviyor, bencil değil. Lig-kupa fark etmiyor. Tam bir görev adamı.
Canı gerçekten yanmadıkça düşmüyor, haksız faul almayı düşünmüyor, gençliğinin verdiği enerjiyle doksan dakika oyunun içinde kalıyor.
Son derece mütevazı. Takım arkadaşları, hocaları ve taraftarın gönlünde taht kuruyor.
Para kazandığı kulübü ve yaşadığı kenti önemsiyor, seviyor.
Toplam maliyeti kıyaslama yaptığınızda, daha iyisi olamaz dedirtecek cinsten. Üstelik gün geçtikçe değerlenen mücevher gibi. Oynadıkça, attıkça parlıyor.
Eee, daha ne istersiniz? Ronaldo’yu mu?..
Bence, bordo-mavi bir aşk hikayesinin fragmanını izliyoruz. Taraflı tarafsız her futbol severin seyrine doyamayacağı bir hikaye hem de!..
Senaryoyu yazanlara, başrol oyuncusunu seçenlere, emeği geçenlere helâl olsun.
Özür dileriz Mikel!
Irkçılık yeryüzünde işlenebilecek en ağır suçlardan biri.
İnsanların dini, dili, teninin rengi ve mezhebi üzerinden ayrıştırılması, küçümsenmesi ve aşağılanması günümüzün sorunu değil. Tarih, bu ilkelliğin sebep olduğu acı örneklerle dolu.
Ve maaselef hemen her ülkede bu kafatasçı zihniyetin kalıntıları var. Tabii bizde de!
Geçen hafta oynanan Trabzonspor- Fenerbahçe maçından sonra da hortladı o çirkin yüz.
Bordo-mavililerin Nijeryalı oyuncusu Obi Mikel’e ve ailesine sosyal medya üzerinden saldırıya geçen yüzlerce hesap, burada yazmaktan utanacağım ifadelerle Türkiye’nin itibarını zedeledi, bizi dünyaya rezil etti!
Etti diyorum ve biliyorum ki, yurt dışından onlarca haber ajansı ve medya organı Mikel’e ulaşıp, açıklama talep etti. O ise duyarlı davranarak fırsat vermedi.
Trabzonspor tepkisiz kalmadı ve mesajları atanlarla ilgili suç duyurusunda bulundu. Şimdi, Cumhuriyet savcısının bu olayın üzerine titizlikle gitmesi ve faillerini bulması şart.
Tahmin ediyorum, çoğu sahte hesaptır. Tüm klavye delikanlıları gibi gerçek isimleriyle yazamayacak kadar korkak tiplerdir bunlar.
Ama kaçamazlar. Bugünün teknolojisi ile adalet önüne çıkarılmaları zor değil. Bir tık uzaktalar.
Azınlık da olsalar, bu sapkınlarla aynı coğrafyada yaşadığım için Obi Mikel’den özür diliyor, ardından yargıya çağrıda bulunuyorum;
Onlar her kimse, hangi kulüplere mensup ise; bulun, deşifre edin ve ibreti âlem için cezalandırın!
Nihat abiden, “Sayın Başkana!”
Gelişmiş futbol ülkelerinde, sokaktaki vatandaşın kaçı Futbol Federasyonu başkanının kim olduğu ile ilgilenir? Belki yüzde beşi!
İnsanlar seyir keyfi ve tuttukları takımın başarısına bakar. Bilirlerki futbolu yönetenler tarafsızdır, işlevleri organizasyonun kusursuz işlemesini sağlamaktır. Futbol ve siyaset sözcüklerinin bir araya gelmesini ise akıllarından bile geçirmezler.
Ya bizde? Son elli yıldır kol kola yürürler. Hem de her kademede. Öyleyse kimse şikayet etmeyecek, dün yaptıklarını unutmayacak!
Nihat Özdemir yıllar süren kulüp yöneticiliğinden sonra “abi” sıfatıyla TFF başkanı oldu. Sıcak ve samimi bir yakıştırma idi.
Gelin görün ki, bu işler ağabeylik yaparak yürütülemiyor. Hoşgörü de, dostluk da bir yere kadar.
Özdemir perşembe günü düzenlediği basın toplantısında tavrını netleştirdi.
9 aylık görev süresinde kendisine ve kurullarına yapılan eleştirilerden bunalmıştı. Ayrım gözetmeden herkese sert ifadelerle yanıt vermesi, “abilikten başkanlığa” terfi ettiğinin tescili oldu. Umarım öyle kalır...
TFF’nin kurumsallığı, futbolun olmazsa olmazıdır. Ahbap-çavuş ilişkileri ile yönetilemez.
Herkes pozisyonunu düzeltmeli ve futbolun saygınlığı yeniden kazandırılmalıdır.
O yüzden artık hitap “Nihat abi” değil, “Sayın başkan” şeklinde olmalıdır!
Çalımbay’ın haklı isyanı
Sivasspor, lig ve kupada yakaladığı çizgiyi zor koşullarda sürdürmeye çalışıyor.
Fikstürü o kadar sıkışık ve karmaşık ki, teknik direktör Rıza Çalımbay haklı olarak isyan ediyor.
Örneğin; perşembe akşamı Antalya’da kupa maçı oynadı. Sert kış koşulları yüzünden o gece Sivas’a dönemedi. Cuma kısa bir yenileme antrenmanı, yaptı. Bugün de taktik çalışacak. Ve yarın öğleden sonra Başakşehirspor müsabakasına çıkacak.
Bitmedi; hafta içindeki kupa rövanşının ardından Trabzon’a geçecek ve ligin zirvesini şekillendirecek önemli bir puan mücadelesi yapacak. Berbat bir senaryo. Sivasspor’un bu zorlu virajlarda kazaya uğramasını aportta bekleyenler var.
Rıza hoca ve öğrencileri kritik seriyi hasarsız atlatırsa, son düzlükte şampiyonluğun en büyük adayı olmayı sürdürür.