Almanya “ırkçılık” konusunda sabıkası tescilli bir ülke. Çıban başı gibi çıkıyor her dönem karşımıza.
Faturayı Almanya’da yaşayan on milyonların tümüne çıkarmak haksızlık olur elbette. Tarihinde kara bir leke gibi duran o utanç verici döneme şiddetle karşı çıkanların çoğunlukta olduğunu biliyoruz.
Şu aralar gündem Mesut Özil’in uğradığı saldırılar. Peki nereden çıktı bu tartışma?
Öncelikle şunun altını çizelim. Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş “Cumhurbaşkanı’dır...”
Beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Görüşleri size uyar, uymaz. Takdir edebilir, eleştirebilirsiniz. Bunlar özgürlükçü yaşamın vazgeçilmezleridir.
Gelelim Mesut’a.. Pasaportunda Alman damgası bulunsa da, kendisi Türk uyruklu gurbetçi bir ailenin evladıdır.
Dolayısıyla Mesut’un Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret etmesi, fotoğraf çektirmesi en doğal hakkıdır ve farklı yerlere çekmek ahmaklıktır.
Mesut’a ırkçı saldırıların Almanya’nın dünya kupasından elenmesinden sonra artması asla rastlantı olamaz. Panzerlerin Rusya’daki çöküşü sorgulanacak ise, başta Löw olmak üzere, herkes payına düşen eleştiriyi kabullenmelidir. Yoksa, ayrımcılığın kralı budur.
Samimiyetsiz, riyakâr
Yıllar önce tercihini Alman Milli Takımı’ndan yana kullandığında Türkiye’yi hezimete uğrattığını düşünenler, 2014 Dünya Kupası’nda Almanya şampiyon olduğunda da yere göğe sığdıramıyordu Mesut Özil’i.
Hatırlayın; Brezilya’daki kupa töreninden sonra Alman Başbakanı Angela Merkel soyunma odasına inip turnuvanın en iyilerinden Mesut’u kutlar ve selfie çektirirken, hangi Türk’ün aklından fitne fesat yapmak geçmişti?
Aynı Merkel’in, A Milli Takımımızın 2010 yılında Almanya’ya karşı kaybettiği maçın ardından bir de gol atan Mesut’u ayrıca tebrik etmesine, hangimiz içerlemiştik?
Riyakâr, samimiyetsiz, daha ileri gideyim, bu ahlaksız zihniyeti kınamayanlar, zaten insanlıktan nasibini alamamıştır. Dünyanın en tehlikeli akımına karşı çıkmayan da dilsiz şeytanın ta kendisidir!
‘Sonuçta futbol bu’
Gelelim bardağın dolu tarafına. Mesut Özil; Real Madrid’te oynarken El Mundo gazetesine verdiği röportajda Almanya-Türkiye maçında tribünlerin tepkisine vurgu yaparak şunları söylemişti:
“Türkiye adına oynamadığım için bazıları kendini üzgün hissediyor, bunu anlıyorum. Ama bir çok kez söyledim, ben kendimi Alman hissediyorum. Almanya’da doğdum ve doğup büyüdüğüm ülkenin dışında başka yerde oynamayı hiç düşünmedim. Alkışlasınlar veya ıslıklasınlar ben aynıyım. Sonuçta futbol bu...”
Ama öyle değilmiş, Mesut kardeşim? Hepsi bir yere kadar. Senin Alman Milli Takımı’nı bırakma kararını “saygıyla karşılayıp” sonradan çark edenlerin gerçek niyetlerini göremiyor musun?
Kendini Alman hissetmen, sen iyi oynarken işine yarar. Düne kadar adına övgüler yağdıran, sırtını sıvazlayanlar aynı idi. Şimdi onlar değil, onlar gibi hissedemediğin ve ırkçılığı literatüründen silmiş sağduyulu insanlar sahip çıkıp, korumaya çalışıyor seni. Aynı mikroplardan bizde yok mu? Çok da, panzehiri var!
Sonuçta Alman Milli Takımı’nı bırakman şahsen beni ilgilendirmiyor. Bırakmana gerekçe olan o çirkin kafa rahatsız ediyor. Benzer sosyal ayrımcılık takım arkadaşın Jérôme Boateng’e yapılsaydı farklı düşünmez, aynı tepkileri verirdim.
İnsanlar yaşamlarını kendi tercihleriyle yönlendirir. Sen de asla pişman olma, üzülme ve sakın geri adım atma sevgili kardeşim! Nasıl hissediyorsan öyle yaşa!..
Hesabı kim verecek?
Günlerdir sinyalini veriyordu aslında Ali Koç. İşin içine iyice girip kara kaplı defterin detaylarını gördükten sonra, durumu camiası ile paylaşması son derece medeni bir davranış olsa da, gelinen noktayı hayal edemeyenlerin yüzüne tokat gibi patladı tespitleri.
Fenerbahçe kulübü başkanın “Camiaya sesleniş” konuşmasıyla birlikte, Türk futbolunun ekonomik açıdan nasıl bir uçurumun eşiğine geldiğini görmeye ve konuşmaya başladı insanlar.
Durumun vahameti üzerinden polemiğe gerek yok. Zaten yıllardır gidişattan belli idi. Beşiktaş’ın, sırasıyla Galatasaray, Trabzonspor ve Fenerbahçe’nin yaşadığı derin kriz, UEFA yaptırımları ile birleşince acı gerçeklerle yüzleşti kulüpler.
Artık herkes kapısının önünü temizleyecek. Halı altına süpürme dönemi bitti, pislikler taşıyor, etrafa kötü kokular yayılıyor.
Rakamlar korkunç. Son altı yılda sadece 4 büyük kulübün toplam borcu yüzde 360 artarak 10 milyar liraya dayanmış. Eğer samimi bir araştırma yapılacaksa, söz konusu dönemin hesapları didik didik edilmeli ve sorumlular ortaya çıkarılmalı.
Öyle genel kurullarda ibra olmakla bitmiyor iş!
Sivas’tan Atina’ya!..
Komşumuz Yunanistan’da çıkan orman yangınları yüreklerimizi dağladı. İnsanlar, hayvanlar, ağaçlar cayır cayır yanarken, 1993 yılında Sivas Madımak otelde yapılan katliam kafası da hortladı şu günlerde!
Sosyal medyada paylaştıkları mesajları görünce; ölümü bile dil, din, ırk, mezhep üzerinden yorumlayan aşağılık varlıklarla aynı havayı solumak zor geliyor insana. Yazıklar olsun alayınıza!
Kutladık!..
Bakın Mustafa Kemal Atatürk 1922 yılında ne demiş bizim meslekle ilgili;
“Basın milletin müşterek sesidir. Bir milleti aydınlatma ve irşatta, bir millete muhtaç olduğu fikri gıdayı vermekte, hulasa bir milletin hedefi saadet olan müşterek bir istikamette yürümesini teminde, basın başlı başına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir.”
Geçen salı günü Gazeteciler ve Basın bayramını kutladık da!..