Mircea Lucescu döneminde kimliğini yitirmiş, krize girmiş bir milli takımımız vardı.
Rumen hoca 2018 Dünya Kupası elemelerinde derdimize derman olamadı. Ardından UEFA Uluslar Ligi’nde küme düştük.
Sadece saha sonuçları değil, oynattığı futbol da canımızı sıkmıştı.
Lecescu’nun sürekli arayış içinde olması, yabancı kontenjanından şikayet etmesi, dara düştüğünde topu futbolculara atması, başarısızlığın faturasını üstlenmemesi, kimyamıza uygun davranışlar değildi!
Alışık olmadığımız konu ise “tazminatsız” gitmesi, üç aylık alacağı dışında herhangi bir talepte bulunmaması idi.
Yakın geçmişe bakınca, en azından bu anlamda teşekkürü hak etti yaşlı kurt!
Güneş’in hayali
A Milli Takım, uzun zamandır Şenol Güneş’in önemli ideallerinden biri idi. Beşiktaş’taki mutsuz günlerinde gelen teklifi, tereddütsüz kabul etti.
2002 Dünya Kupası üçüncülüğü apoletinin üzerine yeni şeyler inşaa etme arzusu, teknik adamlık kariyerinin son demlerinde onu motive eden en önemli argüman olabilir.
Şenol hocanın hem zeki, hem de şanslı olduğunu düşünüyorum. Milli görevi kabul ettiğinde 2020 Avrupa Şampiyonası kuraları çekilmiş, avantaj sayılabilecek bir fikstürle yola çıkmıştık.
Önce krizdeki Arnavutluk’u deplasmanda yendik, sonra da Moldova’yı farklı geçerek iyi bir başlangıç yaptık. Sürpriz çıkmadı. Hem moral kazandık, hem motivasyon!
Lakin iki maçtan sonra futbol camiasında son derece tehlikeli bir hava oluştu. Benzeri psikolojiye, Trabzonspor ligin ilk devresini liderin peşinde bitirdiğinde tanıklık etmiştim. Realiteden uzak söylemler, şampiyonluk şarkıları derken, Başakşehir yenilgisi gerçekleri tokat gibi indirdi insanların yüzüne.
Şimdi bakıyorum başta medyamız olmak üzere, herkes övgüler yağdırıyor milli takım ve hocasına. Fakat abartıyor ve dozunu kaçırıyoruz. Bu maçlar Güneş’in takımını anlamak ve yorumlamak için asla ölçü değil.
Evet hasret kalmıştık gülmeye, sevinmeye. Ama grubun en zayıf iki takımından 6 puan çıkarmak kimseyi yanıltmasın. Bir de Andorra var. Kendimizi farklı bir yerde konumlandırıyorsak, bu üç ülke de rakibimiz değil. 6 maçta 18 puan alabiliriz. Fransa ve İzlanda’da öyle.
O zaman hedefimiz, Fransa ve İzlanda arasından sıyrılıp final vizesini kapabilmek. Yapabilir miyiz peki?
Son dünya şampiyonunu geçip grubu lider bitirmek mucizeden de öte bir şey. Geriye İzlanda kalıyor. Yıllardır üzerine koya koya yükselen, istikrar abidesi bir ada takımı. Gerçek şu ki, onlarla da denk değiliz!
Kritik haziran!
Haziran ayında üç gün arayla önce Fransa sonra İzlanda ile oynayacağız. Ne olduğumuzu değil, nereye geldiğimizi gösterecek iki önemli sınav var önümüzde.
Skor üzerinden konuşmak yanıltıcıdır. Şenol hocanın iki maçta sahaya sürdüğü kadro, günün koşullarına uygun olabilir. Zaten bu tercihleri sorgulamak veya fikir beyan ederek yol göstermeye çalışmak, işimiz de değil, haddimiz de!
Bu iki maçın özelinde sadece şunu söylebilirim; Emre Belözoğlu iyi bir ağabey ve lider olabilir. Ancak orta sahada Emre’ye dayalı bir organizasyonun sürekliliği asla düşünülemez. Emre’yi onore etmek fikrine katılabilirim. Belki kulübede daha fazlasını yapabilir.
Fakat uzun vadeli düşünüyorsak; Şenol hocanın alternatifi çok. Bu zaten sıkıcı gelse de, kimi zaman avantaja dönüşebilir.
Bakın rakiplerimizden Fransa ve İzlanda’ya... Rusya’daki dünya kupası organizasyonundan sonra kaç radikal değişiklik yapılmış kadrolarında?..
Oyuncuya değil, sisteme dayalı tercihler istikrarın en önemli unsurudur. Bu tecrübeyi edinmek zaman ister.
Kendimizi kandırıp romantik hayaller görmeyelim. Alacağımız çok yol, yiyeceğimiz çok ekmek var daha.
Bugün ay-yıldızlı ekibi yere göğe sığdıramayanlar, Haziran’da hocaya ve takıma şapkayı ters giydirmeye kalkarlar ise, hiç şaşırmam!
Futbol faize ve kura teslim
Trabzonspor Kulübü Başkanı Ahmet Ağaoğlu açık sözlüdür. Yeri geldiğinde lafını esirgemez. Türkiye’nin en uzun süre federasyon başkanlığı yapmış (19 yıldır Golf’ün patronu) parmakla gösterilecek spor adamlarından biridir.
Lakin bordo-mavili kulübün başında yaşadıkları, ömründen ömür çalmışa benziyor. İnatçı, tuttuğunu koparan, mücadeleyi seven bir kişiliği olmasaydı, şimdiye kadar çoktan pes edip bırakmıştı eminim.
Gillette - Milliyet Yılın Sporcusu Ödül töreninde ayak üstü sohbet ettik başkanla.
Dertliydi; “Geçen yıl göreve geldiğimiz nisan ayında bir baktım borç 1 milyar lira. Tahminimizin de üzerinde bir rakamdı. İnanır mısın, bir yılda 465 milyon lira ödedik. Şimdi sıkı dur. Bugün borcumuz ne kadar biliyor musun? Yine 1 milyar lira. Peki boşuna mı kürek çektik? Banka faizleri ve kur artışı bizi aynı noktaya getirdi. Yaptığımız ödeme kadar yük bindi omuzlarımıza. 31 Mart’a (yarın) kadar 80 milyon lira bulmak zorundayız. Sadece biz değil kulüplerin yüzde 80’i bu durumda...”
Kıssadan hisse; kulüpler niye batıyor, UEFA niçin sopasını gösteriyor, devlet neden borç yapılandırmasına ihtiyaç duyuyor anlamak istiyorsanız, kulak verin Ağaoğlu’nun itiraflarına! O, hepinizin sesi aslında...
"Namık Sevik ödülü..."
Milliyet gibi “basında güven” unvanını halktan almış bir gazetede, hele de 35 yıl aralıksız görev yapmak, az insana nasip olur. Bir de “spor servisinde” çalışıyorsanız, adınızın efsane “Namık Sevik” ile birlikte anılması tek hayalinizdir.
Çarşamba günü meslek hayatımın en anlamlı ödülünü alma onurunu yaşadım. Gillette- Milliyet Yılın Sporcusu gecesinde beni “Namık Sevik Özel Ödülüne” layık gören başta Milliyet Spor Servisi Müdürü sevgili arkadaşım Tayfun Bayındır ile yardımcısı Ediz Sırapınar olmak üzere, tüm mesai arkadaşlarıma, geçmişte Ankara bürosunda yıllarca birlikte çalıştığım Genel Yayın Yönetmeni Mete Belovacıklı’ya ve bir ferdi olmaktan her vakit gurur duyduğum Milliyet ailesine, beni bu ödüle layık gördükleri için teşekkür ediyorum.