Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Ampute milli takımının muhteşem Avrupa Şampiyonluğu sonrası, iş döndü dolaştı A Milli Takıma geldi yine.
Şu ruh meselesi var ya? Önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan verdi ayarı Dünya kupası vizesi alamayan futbolculara. Sonra Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören gönderdi mesajını Ampute Milli Takımı üzerinden. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!
İlk kaçırdığımız Dünya kupası finali değil bu. Şenol Güneş’in 2002’de dünya üçüncüsü yaptığı o takımdan sonra zaten bir daha kapısından dahi geçemedik en büyük organizasyonun.
Dolayısıyla futbol bu; kazanmak da var, kaybetmek de. Oynarsın, mücadele edersin, gücün yeter ya da yetmez. Lakin statlarda on binleri, televizyon başında milyonları mutsuz ediyorsan, ulus adına birilerinin hesap sorması da kaçınılmaz olur.
Bu mutsuzluk sadece saha sonuçlarından değil elbette. Son yıllarda milli takım demek, kaynayan kazan demek. Kavgalar, prim pazarlıkları, silahlı vukuatlar, bir teknik direktör ile futbolcu arasında asla yaşanmaması gereken diyaloglar, milleti kendi milli takımlarından soğuttu maalesef.

Artık yeter!
Ruh meselesine gelince. Niçin Ampute Milli Takımı ile A Milli Takımı kıyaslıyoruz ki? Birinde şan şöhret, para unvan, doymuşluk şımarıklık var. Diğerinde acılardan yoğrulmuş yaşamların onur mücadelesi. Birini izlerken televizyonu kapatmak geliyor içinizden, ötekini seyrederken gözyaşları karışıyor haklı gururun içine.
Birinde prim pazarlıkları ayyuka çıkmış oyuncular, diğerinde “milletimiz ve bayrağımız için mücadele ediyoruz” diyen aslan yürekli insanlar var.
Kimin gönlü razı olur bu iki takımı kıyaslamaya? Şahsen rahatsızlık duyarım.
Eğer A Milli Takımın “ruhunu kaybettiği” iddia ediliyorsa, sadece o futbolcu grubu ve teknik kadroda mıdır suç? Yıllardır onları daha işin başında para ile motive etmeye çalışmak getirmedi mi bizi bu duruma? Hak ettiklerinden fazla değer görüp vekil dokunulmazlığına sahip olmadılar mı bu ülkede? Kayıp turnuvaların hesabını vermek yerine, bir sonraki şampiyonaya umut pompalamaktan başka toplumu memnun edecek ne yaptılar?
Artık yeter. Yeni bir jenerasyon, o formanın hakkını verecek yürekli gençler ve radikal kararlar alacak cesur bir teknik kadro şart. Kimse ligdeki yabancı oyuncu sayısından şikayet edip mazeret üretmesin. 300 bin nüfuslu İzlanda son Avrupa Şampiyonasına çeyrek finalde veda etmişti. O gün İzlanda Cumhurbaşkanı Ragnar Grimsson şöyle demişti: “Uyguladığımız program şunu kanıtladı. Eğitim ve takım ruhu ile küçük bir ülke de mükemmel işlere imza atabilir...”
O İzlanda bizim dördüncü bitirdiğimiz gruptan lider olarak çıktı ve tarihinde ilk kez bir Dünya Kupası finaline katılma hakkını elde etti. Sihirli sözcükler ise “eğitim ve takım ruhu.”
Bizde ikisi de yok! Kolay olmayacak ama, işe buralardan başlamak gerek galiba...

Haberin Devamı

Belözoğlu: “Keşke” demeyesin Arda!
Arda Turan’ın futbol yaşamını, “ağabeyi” Emre Belözoğlu’nun gençliğine benzetiyorum.
Yıldızının parladığı dönemlerde sempatikliği ve yeteneği ile üst düzey örnek bir futbolcu olacağı öngörüsü hakimdi.
Galatasaray’dan Atletico Madrid’e transferi hepimizi heyecanlandırmış, ardından bir dünya markası Barcelona’ya sıçrayışı bizi gururlandırmıştı.
Arda’yı ağabeyi Emre’ye benzetiyorum demiştim ya. İkisinin de değişimi ve dönüşümüyle benzer süreçlerden geçtiğini düşünüyorum.
Gerek özel yaşamları, gerek saha içi davranışları, hakemlerle diyalogları ve medya ile ilişkileri, Arda’nın ağabeyine özendiğini (!) gösteriyor aslında.
Emre bundan bir kaç yıl öncesine değin ne kadar antipatik idi anımsıyor musunuz? Tıpkı bugün Arda’nın içine düştüğü açmaz gibi.

Emre’nin itirafı
Eğer Arda’nın rol modeli Emre ise, ağabeyisinin geçmişteki yanlışlarından ders çıkarma vakti gelmiş demektir. Aralarında yedi yaş fark var. Emre yakınlarda verdiği bir röportajında önemli itiraflarda bulunmuştu: “Geç olgunlaştım. Geçmişte bazı hatalar da yaptım. Evlendikten sonra daha olgunlaştım. Hayatımı ailemle ve buradaki insanlarla geçiriyorum. Bir futbolcu kendine iyi bakarsa, oynama sürelerinin uzadığını düşünüyorum.”
Bak sevgili Arda. Emre ağabeyinin geçtiği yolların en can acıtan, en kırıcı ve üzücü bölümündesin. Senin gibi bir değerin milletin gözünde daha da yıpranmasını istemiyorsan, deneyimlerinden yararlanacağın, olumlu anlamda örnek alacağın birileri mutlaka vardır.
Emre Belözoğlu futbolunun sonbaharında “ikinci baharını” yaşıyorsa, sırrı yukarıda kurduğu cümlenin içindedir. Öznesi de düzgün bir aile hayatıdır.
Para pul, şöhret ve ışıklı gecelerin, gelecekte “Arda Turan” markasına hiçbir katkısının olmadığını gördüğünde, “keşke” sözcüğünün ardına sığınmak sadece pişmanlık olacaktır.
Bugün Emre 37 yaşında milli takıma geri dönüp, o kadro içinde her şeyini ortaya koyan az sayıda isimden biri olarak takdir ediliyorsa, naçizane fikrim; hatalarınla yüzleşmek için daha fazla bekleme yapma sevgili Arda. Haksızlığa uğradığını düşünüyorsan da, bugüne kadar kimlere haksızlık ettiğini ve kırdığını sakın unutma!

Haberin Devamı

Düdük asmak!
Cüneyt Çakır sadece ülkemizin değil, UEFA ve FİFA’nın da gözdesi. Doğal olarak Türk hakemliğinin de lideri pozisyonunda. Camiasına sahip çıkması, meslektaşlarını koruması, açıkcası takdir edilecek bir tutum. Çakır ile zaman zaman sohbet ederiz. Dobradır. Konu, hakemlerin son dönemlerdeki performansına geldi. Şu cümlesinin altına imzamı atarım: “Başarı başarısızlık kime göre, neye göredir? Hakem hatasıyla bir takım maç kaybederse, bu birilerinin illaki düdük asması ya da istifa etmesi gerektiğini mi gösterir? Ya kötü oynayan futbolcuları, yanlış taktik veren teknik direktörü, hatalı transfer yapan yöneticiyi ne yapacağız? İnsan öğütmekten vazgeçelim.”
Bravo hocam!