Futbolda başarılı teknik direktörlüğün en önemli kriterlerinden ikisini, deneyim ve kariyer olarak biliriz.
Bu yargı, yerini farklı değerlere bırakmaya başladı artık. Tıpkı bizdeki “akıl yaşta değil, baştadır” öğretisi gibi.
Tablo, mesleğe yıllarını adamış teknik direktörleri kıskançlık krizine soksa bile; futbolu bilen, kendini geliştiren, zekasını kullanan, bilimsel çalışan ve geleceğe dair planlarını doğru yapanların yolu açık.
Karşımızda çarpıcı bir örnek var. Dünya’nın en önemli kulüplerinden biri olan Bayern Münih, yeni sezondan itibaren takımını Julian Nagelsmann’a emanet edecek. Not edin; bu adı gelecekte sık sık işiteceğiz.
Kimdir Nagelsmann? 34 yaşında pırıl pırıl bir futbol insanı. Henüz 21’inde altyapılarda çalışmaya başlamış, çeşitli kategorilerde hocalık yapmış, başarıya ulaşmış, hep daha iyisini amaçlamış, bu zaman sürecinde kendini kanıtlamış ve hızla yükselmiş bir teknik direktör. Sanki bu iş için doğmuş.
2016 yılında Hoffenheim’in başına geçtiğinde Bundesliga’nın en genç çalıştırıcısı apoletini takmıştı. Üç sezon sonra Leipzig’e terfi etti. Orada da rahat durmadı ve Bayern Münih’in radarına girdi. Ve 20 milyon euro tazminat ödemek pahasına kurgulandı Alman devinin geleceği.
Yalçın ve diğerleri
Değişen düzene ayak uydurmak için açık kollamak, talimatların arkasından dolaşmak beyhude. Türkiye’de de genç, yetenekli ve “aklını” ön plana çıkaran teknik direktörlere ihtiyaç var.
Futbola yaşamlarını adamış, tarzlarını oluşturmuş, saygı görmüş, uluslararası arenada başarılar kazanmış hocaların yanında, yeni nesilin ayak seslerini duymak kimseyi rahatsız etmemeli.
İşte Sergen Yalçın, işte Emre Belözoğlu, Ömer Erdoğan, Çağdaş Atan, Volkan Demirel ve onlarcası. Türk antrenörlüğünün yarınları onlara emanet.
Lakin, eksik kalan veya ihmal edilen nedir biliyor musunuz?
Öngörülü davranamamak. Futbolu bırakınca, sahadan kulübeye zıplarım yanılgısına düşmek ve işin prosedürünü önemsememek. Geçerli sertifika sahibi olamamak.
Yukarıda saydıklarım arasında sadece Beşiktaş’da Sergen Yalçın “teknik direktör” unvanına sahip. O da çok yeni.
Fenerbahçe gibi köklü bir kulüp, Belözoğlu’nun yerine eski emektarı Şenol Çorlu’nun diplomasını kullanıyor. Sezonun başarılı takımlarından Alanyaspor Semih Tokatlı, Hatayspor Murat Sönmez, Konyaspor Ersan Parlatan ile durumu “idare” ediyor. Antrenmanda taktik anlatıyor, sahada takımı yönetiyorlar.
Ama ekrana çıkıp demeç veremiyorlar. Çünkü onlar TFF kayıtlarına göre yardımcı antrenör!
Takiye yapmak!
Liseyi bitirmeden, üniversiteye kayıt yaptırmak gibi bir şey. Deneyenlerin başına gelenler malum!
Örnekler çoğaltılabilir, ama gerçekler baki kalır.
Sorumlusu sadece hazırlıksız yakalananlar mı? Elbette değil.
Futbolu idare edenler yıllarca takiye yapılmasına göz yumar, kaliteyi ve uluslararası kuralları ikinci plana iterse, Pro-Lisans dediğimiz en üst düzey çalıştırıcı belgesinin de kıymeti kalmaz. Nasıl olsa “kiralık” diplomalar gani!
Ama şu bir gerçek; onlar kurtlar sofrasında kuzu değil artık. Sesleri giderek daha güçlü çıkacak. Bir de kağıt üzerinde unvan sahibi olabilseler...
Dünya gelişiyor, değişiyor. Ayak uydurmak lazım... İşin özüne uygun olarak elbette!
Rezillik ve ihanet!
Kulüp başkanı, idareci, teknik direktör, futbolcu, masör, malzemeci... Kimi ararsanız var aralarında.
Pandemi başladığından bu yana Futbol Federasyonu Sağlık Kurulu’nun belirlediği kriterlere uymayan, kural ihlali yapan 500’ü aşkın kişi hakkında disiplin işlemi yapıldığını biliyor musunuz?
Hadi kendinizi umursamıyorsunuz, onlarca insanı riske soktuğunuzu da mı anlamıyorsunuz?
Sağlık çalışanları dünya tarihinin en büyük fedakârlığını yaparken, hiç mi utanmıyorsunuz onların emeği ve çabasını baltalamaya?..
Bir sözüm de federasyona ve kurullarına. Öyle üç-beş kuruşluk para ve ihtar cezaları ile önünü alamazsınız bu sorumsuzluğun.
Daha tehlikelisi var. Son haftalarda seyirci yasağını delen ve sosyal mesafeyi hiçe sayarak yüzlerce taraftarı statlara alanlara, “klasik” talimat hükümlerini uygulamak yeterli mi?
Onlar başkalarının canına kastediyorsa, siz de en ağır bedeli ödetmekle yükümlüsünüz.
Bizdeki fırıldaklara ithafen!
“Rüzgarsız havada dönen fırıldağın, mutlaka bir üfleyeni vardır.”“Rüzgarsız havada dönen fırıldağın, mutlaka bir üfleyeni vardır.” Eskimo Atasözü
Ha gayret, bitiyor!
Futbol maratonunda sona yaklaştık. Bu süreçte hakemler konuşuldu, VAR tartışıldı, MHK eleştirildi, federasyon kurullarının kararları gündem yapıldı.
Hatalar olmadı mı? Oldu. Yönetimsel anlamda yanlışlar yapılmadı mı? Yapıldı.
Lakin itiraf edelim, pandemi koşullarında son yılların en “şaibesiz” sezonuna tanıklık ediyoruz. Dilerim böyle biter.
Soruyorum; Beşiktaş şampiyon olursa kim itiraz edebilir?
Fenerbahçe bir mucize gerçekleştirip son dakikada ipi göğüslerse, kim kurgu diyebilir?
Galatasaray istediği yerde bitiremez ise kimi suçlayabilir?
Denizlispor’dan sonra küme düşecek üç takım daha var. Herkes kendi göbeğini kesemez ise, kimler “hakkımız yendi” diye veryansın edebilir?
Alışmışız başarısızlığın faturasını “dış güçlere” kesmeye!
Umarım bu kez öyle olmayacak. Olmasın da.
Sezon bugünkü atmosferde tamamlanırsa, dilerim insanlar elini vicdanına koyup Futbol Federasyonu ve hakemler üzerinden yazdıkları senaryoların bir yansıma olduğunu anlar ve hatalarını sorgulama şansı bulur.
Federasyonu ve MHK’yi değiştirmek yerine, kafaları değiştirmenin vakti geldiğini idrak ederler!
Güle güle Türker ağabey...
Çok değerli bir futbol insanını daha Covid nedeniyle kaybettik. Sevgili Türker Arslan da ayrıldı aramızdan.
Biz ve bizden önceki kuşak iyi tanırdı. Mesaimiz Futbol Federasyonu’nda görev yaparken başlamıştı. Belki 30 yıl geçti üzerinden.
Bilginin paylaştıkça kıymetleneceğini savunurdu. Özellikle Tahkim Kurulu başkanlığı döneminde çok şey öğrendik kendisinden. Kitaplarını okuduk, deneyimlerinden yararlandık. Çok üzgünüm. Işıklar yoldaşın olsun Türker ağabey.