Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Merkez Hakem Kurulu Başkanı Yusuf Namoğlu ve ekibi sıkıntılı günler geçiriyor. Hakem atamaları ve hatalarından şikayet etmeyen kulüp kalmadı. İkinci lige kadar uzanan bir “adalet” arayışı var. Haksızlığa uğradığını iddia eden soluğu Riva’da alıyor, ya başkana ya kurul üyelerine dert yanıyor.
Bu çok tehlikeli bir gelişme. Her türlü dedikodu ve söylentiye açık bir atmosfer yaratmak, futbol üzerinde dolaşan kara bulutların fırtınaya dönüşmesine yol açabilir.
Nitekim sadece MHK ve başkanını değil, futbol yönetimini dahi huzursuz edecek şeyler yaşanıyor son günlerde. Örneğin, Abdullah Yılmaz’ın “tehdit edildiği” gerekçesiyle 22 yıllık hakemlik yaşamını sonlandırması, başlı başına olay.
Yılmaz’ı tanımam. Süper Lig hakemliği döneminde seminerlerde selamlaşmışlığımız vardır. Üstelik klasman düştüğü sene araya hatırlı kişileri koymaya çalışması nedeniyle, diğer arkadaşlarına haksızlık yaptığını düşünmüşümdür. Dolayısıyla avukatlığına soyunmam ve savunmam söz konusu değildir. Ancak düdüğünü asarken yaptığı açıklamalar ve iddialar yabana atılacak cinsten değildi. MHK Başkanı keşke yanıt olarak o açıklamayı yapmasaydı. En azından Abdullah Yılmaz’ın hakemliği ve güvenirliğinin soru işaretleriyle dolu olduğu ifadeleri kullanmasaydı. Madem Yılmaz sizin gözünüzde 2. ligde bile maç yönetemeyecek kapasitede, “niçin görev verilmeye devam edildi” diye sormazlar mı insana?

Mazide kaldı!
Hepsinden önemli başka bir konu var. MHK Başkanı’nın bir hakemi arayarak, maçın önemine dikkat çekmesi çok normal midir? Benzeri yöntemlerin yıllar önce farklı amaçlarla kullanıldığını gördük. Öyle MHK başkanları vardı ki, tebligatı hakeme bizzat yapar ve “Oğlum falanca takımın maçına gidiyorsun” derdi. Dikkatinizi çekerim, A ve Z takımlarının maçı değil, “falanca takımın maçı!” Atamadan görev çıkarmak (!) derdik bu tarza. Allahtan o günler geride kaldı!..
Yeri gelmişken, Menemen Belediyespor- Afjet Afyonspor maçına sonradan atanan Zorbay Küçük’ü, üst klasman gözlemcisi Adnan Şeker’in dışında iki kurul üyesinin daha izlemesi, rutin bir uygulama mıdır, başka maçlarda da aynısı yapılıyor mu, merak ettim?..
MHK Başkanı ve kurul üyelerinin kişiliklerine laf etmek haddim değil. Çoğu da sevdiğim ve değer verdiğim insanlardır. Ancak şunu söylemek şart oldu. Hatalardan ders çıkarmak erdemdir. Başkalarının sözüne kulak vermek, eleştirileri mantık süzgeçinden geçirmek, tepkileri panik yapmadan değerlendirmek, kimseye bir şey kaybettirmez.

Farkında değil misiniz?
Hakem camiası diken üzerinde. Kimileri yeni bir skandal patlasın diye el ovuştururken, hakemler hemen her maça o komplonun parçası olmayalım tedirginliği ile çıkıyor.
Bunu dışarıdan biz görüyoruz, onları yönetenler farkında değil mi? Olsalar, inadına aynı hataları tekrarlamazlardı herhalde!
Hadi diyelim ki biz art niyetli ve taraflıyız (neyin tarafı ise). Lakin, Attila Gökçe ile Şansal Büyüka gibi mesleğin duayenleri bile köşelerinde hakemleri ve MHK’yi ağır biçimde eleştirip bıçağın kemiğe dayandığını söylüyorsa, “yanlışlarımız ne?” diye öz eleştiride bulunma vakti çoktan geçmiş demektir. 12 haftada sürpriz yaşayacak mıyız bilmiyorum. Ama, er geç radikal bir değişim yaşanması, kaçınılmaz görünüyor artık!

Haberin Devamı

Savaşarak ölmek!
Mustafa Cengiz, sürpriz biçimde Galatasaray başkanlığına seçilinceye kadar, camianın küçümsenmeyecek bir bölümü onu yakından tanımıyordu.
Şimdilerde söylemleri ve eylemleri ile gündemde. Her fırsatta konuşuyor, sert mesajlar veriyor. Kulübün ekonomik gerçeklerini dile getiriyor, mali fair-play kriterlerini hatırlatıp, kapıdaki tehlikeye dikkat çekiyor.
Çiçeği burnunda başkan gazete manşetlerini süslüyor, spor programlarında ilk haber oluyor. Her faniyi kısa sürede megaloman yapacak bu medyatik yansıma, görülüyor ki Cengiz’i de etkilemeye başlamış.
Hafta içinde gazetecilerle sohbet eden başkan, bu kez de federasyon ve hakemler üzerinden kurgulamıştı konuşmasını. Futbolun kaotik ortamına kısa zamanda uyum sağladığı belliydi. Elbette camianın çıkarlarını savunacak, diğer başkanların yaptığı gibi gücünün psikoloijik olarak hissedilmesini sağlayacaktı.
Yanlış üslup!
Söyledikleri kendisini bağlar. Benim takıldığım konu Cengiz’in şu sözleri oldu: “Galatasaray olarak ağlak ve zırlak bir toplum değiliz. Genel bir savaşta, kısa mağlubiyetler alabiliriz. Biz Galatasarayız ve asla pes etmeyiz. Biz çarpışarak, vuruşarak ölürüz.”
Yapma be başkan! Ne demek “çarpışarak, vuruşarak ölürüz”? Neyin savaşı, ne kavgası bu?.. Savaş sözcüğünün insanların saçını diken diken ettiği günler yaşıyoruz. Canımız zaten yanıyor. Şehit haberi gelmesin diye her dakika dua ediyoruz. Böylesi hassas bir süreçte herkes ağzından çıkan söze dikkat ediyor.
Sayın başkan; işe ne kadar hızlı başladığınızı ve pek çok dertle uğraşmak zorunda kaldığınızı, bizzat sizin sözlerinizden anlıyoruz. Her şeye rağmen, saha dışı rekabette kullanılacak üslup ve dil konusunda toplumsal barışa ihtiyaç duyduğumuz bir süreçten geçiyoruz. Ve daha özenli olmak gerektiğine inanıyoruz.

Haberin Devamı

Naim ile 30 yıl!
Milliyet Spor Müdürü sevgili Tayfun Bayındır’ın kısa sürede derleyip yayınladığı “Cep Herkülü” isimli kitabını ben de bir solukta okudum. 30 yıl öncesine götürdü beni. Naim Süleymanoğlu’nun Türkiye’ye geldiği günden, onu yitirdiğimiz ana dek, bazılarına birlikte tanıklık ettiğimiz pek çok anı var her sayfasında. O zamanlar farklı gazetelerde ne rekabet yaşamış, ne güzel hatıralar biriktirmişiz meğer. Dünyanın saygı duyduğu bir sporcunun kimi zaman ibret alınacak, bazen hüzünlendirecek bunca şeyi kısacık hayatına sığdırması, tüm sporculara örnek olması gereken bir dramı da barındırıyor aslında. Emeğine sağlık arkadaşım.
Salı günü Attila Gökçe yazmıştı, “Sıra Cemal’de” diye. Bize pek bir şey kalmamış ağabey!