Güzel bir Atasözümüz var; “Gelen gideni aratır” diye..
Yaşamın her alanında deneyimlenmiş ve acı da olsa doğrudur. Güzel bir öğretidir.
Fenerbahçe’nin 20 yıl aradan sonra kendi evinde Galatasaray’a yenilmesi elbette dünyanın sonu değil.
Futbol oyunu bu. Bugün değilse bile yarın klişeler değişir, gelenekler yıkılır, ezberler bozulur.
Her camia bu gerçeği kabul etmek zorundadır. Aslında Fenerbahçelilerin ağrına giden Galatasaray’a kaybetmek değil, böyle yenilmekti sanırım.
Oynamadan, mücadele etmeden, direnç göstermeden teslim olmak!
Hemen altını çizeyim. Hakem Halil Umut Meler üzerinden başarısızlığa kılıf aramak kendi hatalarının üzerini örtmeye yönelik beyhude çabadır. Rakibin emeğine saygısızlıktır.
Hani “hakemi de yeneceksin” derler ya, Fenerbahçe’nin var mı idi böyle bir gücü? Ne gücü, ne enerjisi, ne de inancı vardı.
Yıllar sonra takım otobüsü tesislere girerken taşlandı, saldırıya uğradı.
Kimler tarafından? Ali Koç’u başkan, Ersun Yanal’ı teknik direktör görmek isteyenler tarafından.
Taraftar sahaya bakar. Hele de Fenerbahçe gibi köklü bir kulübe gönül verdiler ise; işte böyle gözleri kararır!
Fark var mı?
Dün “Aziz Yıldırım istifa, Aykut Kocaman istifa” diye bağıranların bugün hedeflerindeki isimlerin değişmesi şaşırtıcı değil.
Aziz başkan o statta elinde mikrofon, bir grup taraftarı azarlarken, 20 küsur yıllık saltanatını bitireceğini hesaplamamıştı eminim.
Pazar akşamı protokol tribününden korumaları ile birlikte seyircinin arasına atlayan Ali Koç, hatasını itiraf etse de, yarattığı infialin sonuçlarına katlanmak zorundadır.
Her ikisinin ortak özelliği, zor dönemlerde taraftar ile yaşadıkları iletişim sıkıntısı. Öfke kontrolü konusunda da Koç’un Yıldırım’dan farkı yok.
Üstelik yolun başında ve başkanlık konusunda tecrübesiz iken.
Fenerbahçe özelinde konuşmuyorum. En büyük sorun ne biliyor musunuz?
Empati yapamamak, hataları sorgulayamamak ve hayali düşmanlar yaratmak.
Bu yanlışlar, kaçınılmaz biçimde kulüplerimizin sorunlarını katlayacak.
Yanal nereye bakıyor?
Gelelim sosyal medyanın itmesiyle, ikinci kez Fenerbahçe teknik direktörlüğüne “taşınan” Ersun Yanal’a.
Kendisini Ankaragücü dönemlerinden tanırım. Uzun yıllardır inişli çıkışlı bir gazeteci- futbol insanı ilişkimiz olsa da, mesleki tecrübesine saygı duyarım.
Ama hepsi “O” kadar!
Güzel konuşur. Taraftarı motive eder. Bazen olmayacak duaya avuç açar. İnsanları da inandırır.
Anımsayın ne söylemişti sezon başında işler yolunda giderken?
“Bu yarışta sonucu biz belirleyeceğiz.”
“Lig bittiğinde herkesi arkamızda göreceğiz.”
Eee, şimdi önünde ne görüyorsun hocam?
İddialı olmak, taraftarı mutlu etmeye çalışmak, seni o mevkiye getirenleri umutlandırmak iyi de; kırk senelik Fenerbahçeli gibi kendi geleceğini ipotek altına almak niye?
Yarın bu kulüpten ayrıldığın vakit; ki bu muhtemel, bizzat ilan ettiğin gibi bir “Fenerbahçe sevdalısı” olarak Süper Lig’de hangi takımı çalıştıracaksın?
Elinde sadece Ziraat Türkiye Kupası kaldı. Fenerbahçe bu kulvarda da havluyu atarsa, Yanal nisan sonunu göremez Samandıra’da.
Sonrası mı? Zaten gönülsüz bir nikahtı. Nafakanın miktarı önemli!
Fenerbahçeli çok dostum, arkadaşım var. Konu futbol olunca soruyorum; “Aziz Yıldırım ve Aykut Kocaman’ı arıyor musunuz?” diye.
Yarısı yutkunuyor!
Arslanboğa’ya sözleşme!
Hakem Suat Arslanboğa ligin ilk yarısında oynanan Beşiktaş- Başakşehirspor maçında Adem Ljajic’in kendisini itmesine kırmızı kart göstermediği için, Merkez Hakem Kurulu’nun gazabına uğramış ve federasyon ile yaptığı sözleşme fesih edilmişti.
Yanlış, acele ile alınmış ve kötü örnek teşkil edecek bir karardı.
Geçen hafta oynanan Fenerbahçe- Galatasaray derbisinde benzer bir olay yaşandı. Serdar Aziz, milyonların gözü önünde hakem Halil Umut Meler’i elinin tersi ile itti.
Kart çıktı mı hayır?
Peki MHK, FİFA kokartlı hakemin profesyonel kontratını iptal edecek mi?
Asla olmamalı. Her ne kadar hakemlik prestijini zedeleyen bu hareket cezasız kalsa da, Meler’e uygulanacak yaptırım, “dinlendirmenin” dışına taşmamalı.
O vakit geriye yapılacak tek şey kalıyor. Adaletten söz ediyorsak, Arslanboğa’ya iade-i itibar!
Başakşehir’i örnek alın!
Ülke olarak zor günler geçiriyor; daralıyor, üzülüyor ve isyan ediyoruz.
Bu arada nefes almak ve güzel şeyleri de yaşama hakkımız olduğunu hatırlatan Başakşehirspor’a teşekkür ediyorum.
Futbolda kriz, kaos, kavga sürecini dibine kadar solurken, Avrupa’daki tek temsilcimizin elde ettiği başarı, tüm kulüplerimize ders olarak okutulmalı.
İstikrar, inanç ve öz güven böyle bir şey.
Sporting Lizbon’a ilk maçta 3-1 yenilmesine karşın rövanşta gösterdiği müthiş mücadeleyi takdir etmek, boynumuzun borcudur.
Başakşehirspor bugün Süper Lig’de nerede? Lider.
Avrupa’da ne yapıyor? Dört büyüklerin çöpünü temizleyip, yoluna devam ediyor.
Demek ki ikisi bir arada oluyormuş! Önce başkan Göksel Gümüşdağ’ın, sonra teknik direktör Okan Buruk’un ve yıllardır takımdaşlığı özümseyen futbolcu grubunun başarısıdır gelinen nokta.
Helal olsun hepinize!
Trabzonspor’un 50 milyon eurosu cepte!
Uğurcan ve Sörloth. Trabzonspor’un geleceğini kurtaracak iki oyuncu.
Biri “evlat”, diğeri “kuzeyin oğlu” lakabı ile herkesin sempatisini kazanmış bir güzelleme.
Yönetim yarın parayı yatırır, Norveçli golcünün sahibi olur.
Kulüpler böyle yönetilmeli. Yetiştireceksin, makul ücretlerle yetenekleri bulacak ve artı değer yaratacaksın.
Bu ticaret Trabzonspor’un mevcut borçlarının yarısını siler.
Asgari 50 milyon eurodan söz ediyorum. Üç büyüklere soruyorum; bir tane Uğurcan ya da Sörloth var mı envanterinizde?
Eminim azıcık cesaret bulsalar, hepsi talip olurdu ikisine de!
Hadi oldular diyelim? Paraları ve güçleri yeter mi?..